Teşekkürler Yusuf Kaplan!

EN BAŞTA, eğip bükmeden, vâkıayı doğru tesbit edelim: Risale-i Nur ile bu ülkenin entellektüelleri arasında, hatırı sayılır bir gerilim hep varolmuştur. Bu, yalnızca bu ülkenin seküler entellektüelleri açısından değil, dindar entellektüelleri açısından da geçerlidir.

Risale-i Nur’a mensubiyet ifade eden bu kadar geniş bir kesimin onca yıldır devam eden Risale-i Nur ile entellektüeller arasında bir köprü kurma çabalarına rağmen, bu böyledir.

Bu ülkenin entellektüelleri nezdinde, Bediüzzaman ve Risale-i Nur’un, ya ‘diplomatik’ yahut ‘sosyolojik’ bir değeri vardır.

Açarsak; bir kısım entellektüel nezdinde, Bediüzzaman ve Risale-i Nur, ona mensubiyetini ifade eden geniş bir kesimle ilişkiler hatırına değerlidir. “İsmini ve sözünü Risale-i Nur câmiası içerisinde de makbul ve meşhur kılmak istiyen kimi entellektüeller, Risale-i Nur ve müellifi için güzel sözler etmişlerdir; ama tartsanız, Hamid Algar’ın tâ Kaliforniya’daki kürsüsünden görebildiği üzere, hiçbiri Risale’nin künhüne vâkıf olmadan, belki tek bir risaleyi bile baştan sona okumadan söylenmiş harc-ı âlem sözlerdir bunlar.

‘Diplomatik’ten kasdım, budur.

‘Sosyolojik’ten kasdımı ise, normal şartlarda ikisi birbiriyle irtibatlı da olsa, iki altbaşlıkta ele almak mümkün. Birçok entellektüel nezdinde, Risale-i Nur’un, toplum içinde bir kütleyi biçimlendirebilme, yönlendirebilme yeteneği açısından, ‘sosyolojik’ bir değeri vardır. Bu sınıfta yer alan değerlendirmelere baktığında, diyelim ki böyle bir sosyal harekete vesile olmasa idi, içerdiği o derin tefekküre ve ontolojik inşaya rağmen, Risale-i Nur’un da, müellifinin de bu entellektüel nezdinde hiçbir değeri olmayacaktı diye düşünür insan.

Birinciyle genellikle irtibatlı ikinci noktada ise, ‘sosyal mühendislik’ dolayısıyla Bediüzzaman ve Risale-i Nur övgüsü sözkonusudur. 60’lı-70’li yılların ‘milliyetçi-muhafazakâr’ aydınlarından bugünün Cüneyt Ülsever ve Niyazi Öktem gibi liberallerine kadar, birçok entellektüelin gözünde, Bediüzzaman’ın bu isimlerin sahip olduğu ‘toplumsal proje’ açısından, bu proje için ‘kullanışlılık’ imkânı üzerinden bir değeri vardır. Ağızlarından bal aksa da, bu bal, Risale-i Nur ile bir ‘manevî/ontolojik dönüşme’yi değil, Risale-i Nur’u sosyal/seküler düzlemde ‘dönüştürme’yi hedefleyen bir baldır gerçekte...

Dindar entellektüellere gelirsek; bu câmiada ise, Risale-i Nur genellikle ‘avamîlik’le birlikte anılır ve Bediüzzaman’ın ‘aksiyon’u övülmekle birlikte ‘tefekkürî anlamda’ ona bir değer biçilmez. Meselâ İsmail Kara gibi isimlerin çizdiği ve Risale-i Nur’u okumadan onun gözlüğünü takarak Risale’ye bakan nice dindar entellektüelin benimsediği bakış açısından, Bediüzzaman, bir helâket-felâket asrının ortasında ne yapacağını şaşırmış, bir Abduh gibi reformistlerden, bir Batının rasyonalist aklından, bir İslâmî gelenekten birşeyler alıp takıştırarak insicamsız ama avâma cazip gelen bir külliyat ortaya koymuş sıradan bir ‘İslâmcı’dan pek de öte birşey değildir. Belki Mevdudî’den, Seyyid Kutub’dan bir adım ileri olduğu düşünülebilir, ama meselâ bir İsmet Özel ayarında olduğu düşünülemez.

Düşüncelerini İsmail Kara kadar ‘mertlikle’ ifade edemeyen pek çok dindar entellektüelin de Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman’a bakışı bu merkezdedir.

Her hâlükârda, Risale-i Nur, bu toprakların dindar entellektüelleri nezdinde dahi, kendi manevî/tefekkürî/ontolojik yahut entellektüel ihtiyaçları için, kendileri için okumaya değer gördükleri bir mürşid değildir. Bu ihtiyaç ama Gazalî üzerinden, ama Molla Sadrâ üzerinden, ama Wittgenstein üzerinden, ama Derrida üzerinden karşılanacak; lâkin Bediüzzaman’a biraz tepeden, avâmı irşad edebilen, ama ‘aşmış olduğumuz’ bir kasaba mürşidi nazarıyla bakılacaktır. Onu ‘açmaya’ çalışanlara da, ‘açmayı bırakıp, aşmaları’ öğütlenecektir.

Risale-i Nur müntesiplerinin ağzına harc-ı âlem lâflarla bir parmak bal sürerken, Risale-i Nur’a karşı sürdürülen bu entellektüel bigânelikte, elbette Risale ehlinin ciddi zaaflarının, hele ki Said’leri Ararken’de açıkyüreklilikle ifade ettiğimiz câmia içi entellektüel problemlerin ciddi bir rolü vardır.

Ama Risale ehlinin zaafları, Risale-i Nur’un zaafı değildir; dolayısıyla da, hayranlık uyandıran felsefesi Nazi ideolojisine kapıkulluğuna gelip dayandığı halde Heidegger’e değer veren isimlerin, bunca derunî/bâtınî analiz içerisinde Şah’ın İran halkına ettiklerini göremeyip Şah’ın en güçlü yandaşları arasında yer alabilen Seyyid Hüseyin Nasr’ın eserlerine yönelttikleri haklı ve mâkul dikkati gösterebilen insanların, Nurcular üzerinden Risale-i Nur’a tepeden ve küçümseyerek bakmaları entellektüel ahlâkla asla bağdaşır nitelikte değildir.

Ama ne yazık ki, bu ülkede vâkıa budur. Öyle ki, dindar entellektüeller arasında dahi, “Ben bu işi çözeceğim; ama illâ ki Risale-i Nur’a başvurmadan çözeceğim” türünden bir inat hissedilmektedir.

Böylesi bir ruh halini hissettiğimiz entellektüel dünyada, bu genel tablonun ‘istisna’sı olan, Risale-i Nur’un ‘entellüktüel’ düzlemdeki değerini takdir edebilen isimlerin varlığını da gözardı ediyor değiliz. Meselâ Dücane Cündioğlu’nun, onbeş yıl önce Bilgi ve Hikmet dergisine yazdığı ‘hermenötik tefsir’ üzerine bir makalede, durduk yerde Bediüzzaman’a da lâf iliştirir iken, son yıllarda Bediüzzaman’ı entellektüel bir dikkatle okuma lüzumuna dikkat çeken yazılarını görmek sevindiricidir. Yirmi yıl önce Risale-i Nur’un başarısını ‘Kemalizm’in zaafları’yla açıklayan Şerif Mardin’in dört yıl önce yazdığı son makalede Risale-i Nur’un başarısını ‘Kemalizmin zaaflarıyla açıklamanın haksızlık olacağını’ belirtmesi de elbette anlamlıdır.

Ama Risale-i Nur için entellektüel câmiada kaleme alınan yazıların hiçbiri, 4 Temmuz 2006’da Yeni Şafak’ta Yusuf Kaplan’ın yazdığı “Anahtar, Bediüzzaman/da/dır” yazısının kıvamında değildir.

Kaplan’ın, Bediüzzaman’ı ‘popülerleştirme’ yönündeki Nurcu gayretlerine yönelik eleştirisine, bu konuda “Bediüzzaman’ı Tüketmek” başlıklı bir yazı yazmış biri olarak yerden göğe katıldığım gibi, Risale-i Nur’u derinlemesine kavrayışın aslî muhataplarının ‘havass’ olduğu, dolayısıyla havassın Risale-i Nur’a ciddi bir muhatabiyet kurması gerektiği yolundaki görüşlerine de aynı şekilde katılıyorum. Onun Risale-i Nur’un kurduğu ‘dil’e dair ikili anlatımı da, üzerinde kapsamlı bir çalışmayı hakeder değerdedir.

Yusuf Kaplan’ın Risale-i Nur’un dilini ‘ünya ve hayat tasavvurumuzun kaynağını oluşturan kavramlarımızın İslâmî bir düşünce inşası ameliyesi ile şifrelenerek yeniden deşifre edilme çabası’ olarak tarifi elhak yerindedir.

Şöyle demektedir Yusuf Kaplan:

“Bediüzzaman, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecinde düþüncesini kuran, hem İslâmî ilimlere, hem de çağdaş dünyanın bütün dünyayı büyük uçurumların eşiğine fırlatan felsefî sorunlarına derinlemesine ve vukûfiyetle vâkıf, tek ve son düşünürdür: Yani anahtardır. Ve her bakımdan anahtar ondadır. İslâm'ın kapısını, İslâm düşüncesinin kapısını, İslâm medeniyetinin kapısını ve bütün bunları mümkün kılacak, her alanda, İslâmî bir dil (bir varoluş ve söyleyiş biçimi) geliştirebilme çabasının kapısını Bediüzzaman anahtarıyla açabiliriz ancak. Medeniyetimizin solmaya yüz tutan dilini, bu dile hayatını ve hayatiyetini kazandıran ruhu, ruh-kökünü kavrayabilmek ve yeniden üretebilmek için Bediüzzaman'ı tanımak zorundayız.”

Bunun için, ehl-i Risale’nin de, entellektüellerimizin de atacağı adımlar var.

Yusuf Kaplan bir ilki başarmış; bu çağda ve bu topraklarda İslâmî tefekkür/hayat/medeniyetin yeniden inşası için Bediüzzaman ve Risale-i Nur’un olmazsa olmaz değerini berraklıkla ifade etmiştir.

Bunun olabilirliğini göstermek ise, hepimize düşmektedir.

  10.07.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut