Ebedî dostluklar

Halil Köprücüoğlu

SIKINTILAR, DERTLER...YOĞUN hizmet faaliyetleri ve cehlimiz...İnsanî boyuttaki bizler zaman zaman münakaşa ediyor, tartışıyoruz. Otuz sene önce de sık sık böyle yapardık. Kardeşim M.Can..... ile öyle bir tartışmadan sonra, ertesi gün, yan yana, fakat birbirimizle konuşmadan okula giderken Diyarbakır Sümerbank Fabrikasının bahçesinden koşarak gelen İlyas ağabey, tel örgüler arasından bir pusula uzatıyor. Alıp ilerliyor, biraz sonra açıp okuyoruz :

”Semâdaki ecram-ı ulviyenin müsâdemesinden yerdeki karıncalar bile incinir.”
Yerdeki karıncalardan İlyas........

Bu satırlar dopink tesiri yapıyor. Üzülüp ağlıyor, daha dikkatli yaşamamız gerektiğini anlıyoruz.Bediüzzaman’nın : ”Eğer istersen hayalinle ‘Nurşin’ karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak, orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin” sözlerinin Diyarbakır ve Gaziantep âfâkinde, Nurlu insanların arasında da tecellisi olduğunu anlıyor, o meliklerden birilerinin yanında olduğumun farkına varıyoruz.

Bu ihlaslı satırlar bizi kendimize getirmiş, büyük hakikatleri idrakimize sebep olmuştu. O zaman birbirimize söz verdik; ne olursa olsun ayrılmayacağız, hep birbirimizi seveceğiz, dedik....

Fukara kıyafetindeki melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikelerin sadece ‘Nurşin’ karyesinde, Seyda’nın meclisinde “olmadığını, Diyarbakır’da da bulunduğunu, pek çok hadiseyle tekrar tekrar gördük. Ebedi dostlukların kimlerle, nasıl bir ahlakla kurulduğunu, kurulabileceğini, bunlardan bir tanesini anlatmaya çalışarak ortaya koymak istiyorum.

Oralardan ayrıldıktan yıllar sonra bir sohbet esnasında İsâr Hasleti ve Tefâni sırrını okuyan bir arkadaş, misal olarak F.Gülen hocamın bir vaazındaki Sahabe örneğini verdi. Önemli bir gaza sonrası yaralılar arasında dolaşan bir sahabe yaralılar arasından birinin su istediğini duyuyor. Hemen yaralının yanına koşuyor. Tam ona su içirecek iken bir başka yaralının su diye inleyişini işitiyorlar. Suyu içmek üzere olan sahabe, içmekten vazgeçiyor, suyun diğer yaralı kardeşine götürülmesini istiyor. Elinde su kırbası olan sahabe diğer yaralıya koşuyor; fakat tam ona suyu içirmek üzereyken, bu sefer bir başka yaralının su diye inlediğini duyuyorlar. Bu durumda da su içmek üzere olan yaralı da diğeri gibi su içmeyi reddederek diğer ihtiyacı olan kardeşine verilmesini istiyor. Olay üçüncü yaralıda da tekrarlanıyor. Fakat dördüncüye su içirmek üzere iken o sahabe vefat edip şehit oluyor. Elinde su kabı olan sahabe su içiremediği bir önceki yaralıya koşuyor; fakat onun da vefat etmiş olduğunu görüyor. İlk baştakine kadar kimseye su içiremiyor. Çünkü geri geldiğinde hepsinin şehit olduklarını, vefat ettiklerini görüyor…

Bu misal bitince gençlerden bir Manisalı, “Ağabey siz hayal dünyasında yaşıyorsunuz. Artık öyle insanlar yok; olamaz da. Bırakın bu hayalî idealleri.” Deyince, yine Diyarbakır’ın Fukara kıyafetindeki meliklerinden, padişahlarından ve insan elbisesinde melaikelerinden birisi aklıma geldi. Askeri hastanede çalışan bir ağabey vardı. Biz Canelli ile hizmetlere çok koşturuyoruz diye bizi sık sık, belkide haftada bir iki defa evine yemeğe götürüyordu. Bağlar semtinde küçük bir evde oturan bu ağabeyin 7-8 çocuğu vardı. Biz hem bekar hem de imkansızlıklar içerisinde olduğumuzdan ev yemekleri bizi çok sevindiriyordu. Ancak, mütevazı bir-iki çeşit yemeğin yenişinde bir gariplik dikkatimi çekiyordu. Mesela çorba yarıya gelince ev sahibi olan ağabey, yarımlaşmış çorba tasını alıp yanımızdaki divanın altına sokuyor; “Bununla karnınız doymasın” diyordu. İkinci yemek mesela Tırşık yemeği de yarıya gelince o da ayni akıbete uğruyor alınıp sedirin altına doğru konuyordu. Ben birkaç ay sonra hep ayni şeyler olunca, o ağabey ikinci yemeği almaya gittiği bir sırada örtüsünü kaldırarak divanın altına baktım. Divanın altında küçük 3-4 çocuk bizim artıklarımızı yiyiyorlardı…

Günlerce ağladık. Yemeğe gitmemek için çok direndik. Ama o ağabeyin israrlarına karşı koymak mümkün olmadı. Meğer o gariban ağabey bizim fukaralığımıza acıyor, kendisi de garip oluğu halde hizmetle meşgul oluyorlar diye bizi yemeğe götürerek, bu haline rağmen yardım etmek istiyormuş.

“Hayalî idealler peşinde koşmaktan vaz geçin.” diye bağıran arkadaşa ve öylelerini görmeyenlere bu örneği hiç unutmamaları ricasıyla anlatıyorum.

Telefon ve mektuplarla tanıştığımız, sadece dostların anlatımlarıyla zihnen, kalben, ruhen beraber olduğumuz, birbirimizi hiç görmediğimiz halde 1-2 ay sonra Konya’da bir otobüsün koridorunda karşıma çıkan olgun, efendiliği her şeyiyle belli, “Min eseris sücûd “ her haliyle tezahür eden bir beyefendi bana “Sen Halil misin “ deyince; ben de , gayr-i ihtiyarî “ Siz Ey……. olmalısınız “ deyip ruhu canımla sarılmıştım. Kâlu Belâda beraber olduğumuzu hissettim. Hala o sarılmak devam ediyor. Seyda’nın meclisinden birileriyle beraber olduğumun idrakindeyim. Sadece O’na değil bütün Dava arkadaşlarıma hala sarılıyorum. Ben “Perde-i gayp açılsa , sizi çok kusurlarla alûde görsem verdiğim kıymeti eksiltmeyeceğim “ diyen Bediüzzaman’a iktidaen hala sarılmaya, sevmeye devam ediyorum, daima edeceğim inşâllah.

Sizlere, ebedi dostluk kelimeleriyle ifade etmeye çalıştığım bu harika kardeşliği, ben kendi kelimelerimle değil de o günlere ait oldukça edebî, iki mektupla da ifade etmek istiyorum.

1.Mektup:

Diyarbakır / Melikahmet-20 Nisan 1978

Muazzez, Ruh-u Cânım Kardeşim,

Şevk, neş’e, saadet , ihlas dolu satırlarınızı, daire-i muhabbetimizin pîr-i üstadı, muhabbet ve şefkat timsalî Fikret ağabeyimizin vefatı haberinin gözyaşlarıyla beraber okudum. Her müslümana nasip olmayacak mesut bir terhisin sevinç gözyaşlarıyla ; o vâsi aleminden en müstesna ve en müntehap köşeyi bize ayıran ve asla layık olamadığımız bir alakayı daima bize gösteren şems-i muhabbetimizin, âfâkımızda ufûlünden doğan elem gözyaşları birleşip mezar toprağına aktılar. .......kader birliği ettiğimiz, kısa ama meyvedar üç seneyi tahattur edip; Allah için birbirlerini sevenlerin müjdesine dahil edilmemizin niyazını istirham ettim. ......hatıralarla dolu olan nüzhetgahları .......seyran eyledik. Fakat heyhat...mü’minlerin haneleri dışındaki bütün menziller, şairin:“Kılâb-ı zülme kaldı, gezdiğin o nâzende sahralar” mısraını, haliyle ders veriyordu. Ama Nurun ve Nur Dairesinin verdiği ezvâk, neş’e kâfi ve vâfi geldi........ size muhatap olmaktan uzak şu acûl satırları ve fakat arkasında müstetir muhabbet-i halisânemizi takdim ederken selamlar , dualar..

Size müştak kardeşiniz Mustafa

(Bu mektubun altına yazılmış ek olarak)

Canım Kardeşim Halil,

Kartalları taklid eden sinekler misüllü, yukarıdaki beliğ olan satırlara bir nazîre kabilinden bir şeyler yazayım dedim. Vuslat-ı şems hayalimizin kenarında dahi yok iken, kaderin değişmeyen hükmü , ....... ağabey için çizdiği, İrcî ( Rabbine dön ) çizgisi üstünde, yine iki gün kemerbeste-yi muhabbet eyledik. Bu arada fenâfil mahbub dairemizde zenberek olan sizi de bu elem âlud vuslattan haberdar etmek kabilinden bu müşevveş satırları yazdık. Eski vuslatlarımızda afakî ve enfusî alemlerimizde bütün eflak ve ekvan ihtizaz ve cezbe haline geldiği halde , bu seferki vuslat ve visalde ise ; beklenmedik bir vefiyattan dolayı alem-i asgar ve ekberimizdeki yıldızlar sanki küsûf ve husûfa tutulmuştu....Öyle bir halde idik kî bu sabır şiken, elemâlud hallerimizi birbirimize müdavele-i hissiyat ve ifade-i maksat için bütün bir gece yakaza halindeydik ; buna şahit ve delil ise çevremizde bizi takip eden ve fecr-i sâdıkı müjdeleyen horoz seslerinin fasılalarla duyulması idi. İşte sizin gibi bir testide saklanmayan bahr-i mûhit istidatlı bir kardeşi, bu hallerimizden hissedar etmek için, bu katre misal satırları, ilhâhımızla Şemse yazdırdık.

Size müştak kardeşiniz İlyas .......

2.Mektup:

Ruhu Canım Kardeşim,

Bu gece, Mevlâna şehrinde Şems ile beraber, nevm ile alem-i misale girdik, veyahut gülün dizine başını koyan bülbül misali geçen bir gecenin nehârında sana bu satırları yazıyorum. Fakat bu satırların hemen akabinde “ Sakın göç var diye mecnuna haber verme. Yine zâri, yine figan , yine efgân olacak “ manaları hükmedecek...

Biliyorum dehrin hâdisatından muzdaripsin, fakat merak etme “Ebed “ bizimdir.Kardeşiniz İlyas ......

(Bu mektubun altına yazılmış ek olarak ):

Taraf-ı muhabbetimize, cânib-i lûtfunuzdan bâd-ı sâbâ esmeyeli beri, size bir satır bile yazmamak fikrinde iken; ufkumuzda doğan Diyarbakır Güneşi’nin şûleleri, sizinle aramıza giren bulutları dağıttı. Ve şu kısacık satırlarla bizlere daima açık olduğuna inandığımız, gönül odanıza ,İlyas Ağabeyle beraber hayalen misafir olmak istedik.

Size müştak kardeşiniz M.Can....

Ve 26 yıl sonra gazetemizde bir Taziye ilanı:

Aziz ve Müstakim Dava Arkadaşımız Sabri Mustafa Can..... (CANEVİMİZ) ,

Hizmet-i Kur’aniyede bizlerden önde olduğu gibi, Melekûtiyet alemine de bizden evvel vâsıl oldu.; bizden önce Peygamberimizle , Üstadımızla inşâllah görüşmeye nail oldu. Mahzuniyetimizle birlikte , Rabbimizin uygun gördüğü bir gelecekte, ahirette de yine beraber olmak arzusuyla, kendisine Allah’tan rahmet , muhterem eşi ve ailesine sabr-ı cemil niyaz ederiz.

Kardeşleri Eyüp, Halil, Hayri

İnşâllah Allah için birbirlerini sevenlerin müjdesine dahil edilmiştir.

Ayni ruhu taşıyan bir kardeşi olarak, İnşallah , her vesile ile O’nun ve Onların hatırasını canlandırıp, birimiz dünyada, birimiz ahirette de olsak beraber olduğumuzu hissettireceğim.

  14.06.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut