Yaşayarak Aramak!

PASCAL’A GÖRE üç tip insan vardır:

1. Allah’ı bulup Ona hizmet edenler (duyarlı ve mutlu)

2. Allah’ı bulamayıp Onu aramakla meşgul olanlar (duyarlı ve mutsuz)

3. Allah’ı bulamamakla birlikte Onu aramayanlar (duyarsız ve mutsuz)

Mesele hakikatlere karşı duyarlı; meraklı, arayışlı, sualli ‘olmak ya da olmamakta’ düğümleniyor.

Müteharrik cenaze; hayatını dinle hayatlandırmayıp bedenî işlevlerden ibaret, hayvanî duygularla anlık zevklere tutunarak yaşayan, görünüşte canlı ama hakikatte ölü insanlar için kullanılan bir tabir. Hareket halindeki ölü! Bu gruptakiler aynı zamanda “duyarsız ve mutsuz olanlar!”

İnsan kâinattaki her şeyle kalben alâkadar ve sever halde yaratılmıştır. Eşyanın halden hale geçmesiyle, yani önce çiçekli süslü bahar, sonra bozulmuş ve çürümüş sonbahar ve ölüm sahneleri şeklinde o biten ve giden son hallerine karşı kimse duyarsız kalamaz! Ama insan, göz önündeki bitişleri ve onlarla gelen acıyı anlamlandıramazsa ne yapacaktır?

Ya ‘Bunda büyük bir anlam olmalı’ diyerek iz sürecektir veya bu anlaşılmaz acıya karşı kendini duyarsızlaştırmanın çarelerini arayacaktır! Kötü ve korkunç bir şey görünce gözlerini kapatmak veya kötü sözler işitecekken kulaklarını kapatma ihtiyacı hissetmek gibi! Anlık zevkler ve eğlencelerle günü gün etmenin sebebi bu kendini uyuşturma, unutma ve gaflet halinin, yani ‘duyarsız kalabilme’ arayışının neticesi değil midir?

Elbette mutsuzdur ama duyarsız kalmaya özellikle kendini atar. Zira duyarlı olmak o kişiye, acı duymak ve sinir uçlarına dokunulması olarak yansır! Bu böyledir çünkü sürekli karanlığa alışmış bir göz, ışıkla karşılaşmaktan ilk anda pek hoşlanmaz ve gözleri acır! Diyelim ki siyah bir perdeye bakıp içi karardığından gözlerini kapatmak ve bunu görmemek ister. Ama biri ona o perdenin arkasında çok güzel manzaralar olduğunu haber verse ve aralamaya ve göstermeye başlasa, kendi de görse, gözlerini açmaya ve duyarlı olmaya başlayacaktır! Duyarsızlık ve mutsuzluk birbirini körükler. Mutsuz oldukça duyarsızlaşır, duyarsızlaştıkça daha mutsuz olur.

İşte ‘duyarsız ve mutsuz’ olanlarla ‘duyarlı’ olanların arasındaki yol ayrımı aslında böyle başlar: Ölüm gerçeğine karşı alınan tavırla...

“Duyarsız ve mutsuz” olanlar, hareket eden cenazeler olmakla birlikte, yaşadıkları hayat günlerini ve o hayatın içindeki tüm eşya ve objeleri de kendileri için ölü, madum ve yok kılarlar… Zira avuçlarında tuttukları, görünüşte bir parça zevk verip sonra kaybolup giden bir şeydir. Bunun ötesinde mesela bir çiçeğin yanından geçerken onu bakmayan, baksa da görmeyen, görse de üzerinde düşünmeyen bir insan için, o çiçeğin orada var olması o kişinin iç âleminde de var olması anlamına gelmez! Çiçek orada vardır ama çiçeği duygu ve düşünceleriyle kendine anlamlar alarak uyarlamayan kişinin iç âleminde yoktur. Kokusu ve solana kadar güzelliğiyle geçici bir menfaat sunsa da, çiçekten gerekli anlamı gereken cihazlarıyla alıp okuyamamak, aslında çiçeği ona yok kılar.

Bu duyarsızlık sebebiyle kâinattaki diğer tüm varlıklar; günler, yıllar ve koca bir hayat o kişi için madum, ölü ve yok sayılır. Yaşamıyor gibi yaşamak! Zaten bundan daha büyük bir mutsuzluk sebebi olabilir mi?

Allah’ı isim, sıfat ve fiilleriyle eşyada arayarak, her birine Rabbani mektuplar ve mesajlar nazarıyla bakmaktır gerçek duyarlılık. Dışındaki büyük âlemi kendi iç aleminde de var kılarak, uyarlayarak, okuyarak, çözerek yaşamak kadar mutluluk verici ne olabilir? Orada sürekli bir hayatlanma, dirilme, yenilenme, yeniden öğrenme, kemal yürüyüşü vardır.

Bu açıdan, Bediüzzaman, “Allah’ı arayarak yaşama”nın tecessüm etmiş halidir diyebiliriz. Kâinattan yaratıcısını soran bir seyyahtır. Bu zamanda bir insanın yaşayabileceği ne türden iç ve dış acı varsa yaşamış, sormuş, merak etmiş, ıstırap çekmiş ve kendi yaralarına “Kur’ ân’ la gelen ilaçları” başkalarına göstermiştir.

Meselenin tam bu kısmının benim için ayrıca önemi var. Önemli olan kısmı şu ki, “Hayatı imanla, dinle hayatlandırmak” tabirini Bediüzzaman Hz. aslında külliyatın her satırında söylemektedir! Çünkü genel olarak ‘mana-i ismi’ bakışından gelen ve duyarlı kalbi acıtan bir hadise veya sahne, ‘birden bir ayetin imdada yetişmesiyle’ ve ‘mana-i harfi’ yani ‘Allah adına oku!’ ma ile yerini huzura bırakır.

Bu aralar okumaya başladığım İbn Tufeyl’in Hayy Bin Yakzan’ı (Nesil yayınları-Mustafa Uluçay’ın derlemesiyle) ve sonrasında okumaya niyetlendiğim İbni Sina’nın aynı adlı asıl eseri; kişi, Allah’ın varlığını kendi aklıyla kabul edebilse de Allah’sız, yani vahiysiz hem arama, hem bulma, hem de duyarlılık konusundaki imkânsızlığı çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Aldığım notları ve fikirleri başka bir yazıda ele alabilirsem ne âlâ…

Ancak bahsini etmeden de geçemiyorum ki; Sözler’de “Bir yıldızböceği olan aklınla meseleleri halletmeye çalışmak yerine, âyetlerinin her biri bir yıldız olan Kur’ân Güneşinin altına girmek” ifadesi, Allah’ı arayarak yaşamanın ve duyarlı-mutlu olmanın en önemli yoluna işaret ediyor.

Buradan hareketle, Müminliği, Müslümanlığı ismen üzerinde taşımaktan ziyade, iman ve teslimiyeti yaşayarak kendinde gerçekleştirmeye çalışmak, gerçek ‘duyarlılıktır.’ Kişi ne kadar yaşayabiliyor, hayatında uygulayabiliyor ve gerçekleştiriyorsa o kadar vardır, mevcuttur, hayattardır, diridir.

Bu, Risale-i Nurlar için de geçerlidir. Dışındaki âlemi okuyarak, anlayarak ve kendinde gerçekleştirerek uygulamak nasıl ‘Allah’ı arayarak yaşamanın’ vazgeçilmeziyse, Risalelerden ancak okuduğumuz, anladığımız ve hayatımıza uyarladıklarımız bize aittir ve biz de o kadar ona ait oluyoruz. Tıpkı Kur’ ân’ı kaç kere hatmetmekle hükümlerine ne derece itaat ediyor olmak arasındaki fark ve aynı zamanda birbirini beslemesi gibi... Hükümlerini icra ettiğimiz Kur’ ân’ dır bizimle yaşayan; rafın en üstünde duran veya sevap olsun diye okuduğumuz kadarı değil! Risaleler Kur’ ân’ ın malıdır! Onunla hayatımıza kattıklarımız ve ‘duyarlılığımız’ derecesinde ‘kendimizde gerçekleştirmiş’ ve harekâtımızla kâinata ilan etmiş oluruz...

  17.04.2006

© 2021 karakalem.net, Hülya Kartal



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut