*Bu sayfa, gündelik hayatın içinde yüzyüze geldiğimiz, bir ders ve ibret boyutu taşıyan olayları paylaşmak üzere tasarlanmıştır.

Daniel’le Otobüs Yolculuğu

Necati Aydın

AMERİKA’DA BULUNDUĞUN dört yıl zarfında ilk defa bir fırsat bulup uzun bir seyahate çıktım. İçinde yaşadığım toplumu daha yakından tanımak için uçak, tren ve otobüs gibi farklı ulaşım araçlarını kullandım. Amerikalıların en son tercihi olan otobüs yolculuğu benim için hayatım boyunca unutamayacağım güzel bir hatıraya dönüştü.

Pheledelphia’dan, Amerika’daki küçük Türkiye diye bilinen, New Jersey’e gidecektim. Bize ev sahipliği yapan iki arkadaş saat 12’de bizi terminale bıraktılar. Bir saat sonrası için biletimi aldıktan sonra, bekleme salonunda yanımdaki makaleleri okumaya koyuldum. Otobüsün kalkış saatine beş dakika kala perona gittiğimde bir sürprizle karşılaştım. Türkiye’deki tecrübem beni yanıltmıştı. Bütün yolcular gibi, bana da belirli gün ve numara ile bilet satmak yerine, bir ay boyunca geçerli olan açık bilet verilmişti. Yola çıkmak isteyenler kuyruğa girip sıradaki otobüsü beklemeliymiş. İlk gelen ilk oturur kuralına binaen biz son geldiğimiz için oturacak yer bulamamıştık. Beklenmedik bu uygulama hayli canımı sıkmıştı. Bilet satan görevliye gidip, uygulamanın yanlışlığını anlatmak için hareket ederken, benimle aynı kaderi paylaşan Daniel’le karşılaştım. Olanların yanlışlığını tartışıp, psikolojik olarak rahatladıktan sonra, New Jerjey’e değin devam eden ilginç bir sohbete koyulduk. Başlangıçta otobüse binememeyi bir musibet gibi algılayıp şikayet ederken, seyahatimin sonunda, kaderin gizli sayfası açılınca, aceleyle verdiğim hükümde hata ettiğimi anlamıştım. Otobüsü kaçırmam büyük bir hikmet içinmiş.[1]

Daniel ile yaptığımız sobetin ilk kısmında Amerikan kültürü ile ilgili ilginç bir hakikatı öğrenmiştim. Daniel gazetecelik bölümünü yaklaşık bir sene önce bitirmiş. Henüz daimi iş bulamadığından anne-babasının yanında yaşıyordu. Daniel ile yaşıt olanlar için bu tarz bir yaşam istisnai ve arzulanmayan bir durumdur. Mezuniyetten sonra baba ocağında kalmaya devam etmek, akranları nezdinde, yadırganacak birşeydi. Olayın psikolojik yanından öte, bir de ekonomik yanı vardı. Daniel mezuniyetinden beri, babasının evinde bir evlat olarak kalmak statüsünden kiracı statüsüne geçmiş. Evin kira ve mutfak masrafları için babasına haftalık 50 dolar ödemeye başlamış. Ayrıca geçen sene babasının arabasını sürerken kaza yaptığından, babası kendisine 2500 dolar borç yazmış. Annesinin araya girmesiyle bunu takside bağlamışlar. Daniel part-time çalıştığı işten kazandığı parayla borçlarını öderken, daimi bir iş bulmak için uğraş veriyordu.

Türkiye’deki aile kültürü ile Amerika’daki arasında var olan farkı düşünürken, bunun farklı hayat felsefesinden kaynaklandığı kanaatine ulaştım. Tipik bir Amerikalı genç olan Daniel’den bu hayat felsefesiyle ilgili hayli öğreneceklerim vardı. Bu maksatla sorduğum sorulara aldığım ilginç cevapları sizinle paylaşmak istiyorum.

¾ Şimdiye kadar yaşadıkların ve okudukların çerçevesinde hayatı nasıl algılıyorsun. Sence hayatın bir gayesi var mı? Yoksa büsbütün tesadüfi bir olay mı?

¾ Bu soruyu farklı zamanlarda kendime sordum ve farklı cevaplar aldım. Hıristiyan olarak kendimi tanımladığım zamanlar, dinimin anlattığı çerçevede bir gaye için burada bulunduğuma inanıyordum. Agnostik olduğumda bu inancımdan vazgeçtim. Tanrı’nın bilinememezliği hayatın gayesi ile ilgili soruların cevabının da bilinememezliğini beraberinde getiriyordu. Zamanla Kainat hakkında bilgilerim arttıkça, agnostizmi bırakarak, İlahi Bir Güc’ün var olduğu noktasına geldim. Ancak kendimi hiçbir dine mensup olarak tanımlamıyorum.

¾ İlahi bir Güc’e inandığına göre, O’nun kim olduğunu ve ne tür vasıflara sahip olduğunu merak etmedin mi?

¾ Elbette merak ettim. Ancak O’nu bilmenin ve anlamanın mümkün olmadığına inanıyorum.

¾ O’nun vasıflarını bilip bilemeyeceğimizi bir misal ile irdeleyelim. Şu an içinde seyahat ettiğim otobüsün bir yapanı (ustası) olduğundan şüphemiz yok. Acaba otobüsün özeliklerinden onu yapanın vasıflarını bulabilir miyiz?

¾ Bilmem.... Hımmm.... Bir kısım vasıflarını anlayabiliriz.

¾ Oturduğumuz koltukların şekli, modeli, büyüklüğü ve rahatlığı bizi bilip, memnun etmek isteyen bir ustadan haber veriyor. Otobüsü yapan usta, bizim ihtiyacımızı bilip, ihtiyacamıza cevap verecek bu aracı yapacak ilme ve kudrete sahip biri olsa gerek. Bizi ve bizim ihtiyacımızı bilmeyen otobüsün metalleri ve lastikleri, tesadüfen bir araya gelip, otobüs yapma mühendisliğine sahip olmaksızın, bu aracı yapmış olamaz. Demek ki, ihtiyacmızdan haberdar olan ve ona cevap verecek bu aracı yapma ilim ve kudretine sahip birinin eseridir bindiğimiz otobüs.

¾ Haklısınız.. bu mantıksal yürütmeyle otobüsün yapan zatın vasıflarına bir derece ulaşabiliriz.. ancak onu yinede tam tanımış olmayız.. onunla doğrudan görüşebilsek daha yakından tanıma fırsatı buluruz...

¾ Aynı mantıksal yürütmeyi fezadaki otobanda (yörüngede) otobüsten binlerce kat daha hızlı giden dünya otobüsüne(gezegenine) de uygulayabiliriz. Sence hangi otobüs daha mükemmel? Hangisi daha yüksek ilim ve kudret gerektiriyor?

¾ Elbette dünya otobüsü...

¾ Şu anda içinde yolculuk yaptığımız otobüsün birileri bilimsel teorilerle tesadüfen var olduğunu iddia ederse, hiç teredütsüz kendisini deli ilan ederiz. Bindiğimiz otobüsü icat eden ilim, kudret sahibi birinin varlığı zaruri olduğu gibi, bu otobüs gibi milyonlarcasını üstünde taşıyan muazzam dünya otobüsünün de elbette son derece yüksek ilim ve kudret sahibi bir ustası vardır.

¾ Zaten Yüce Bir Güc’e inanmakla dediğin şekilde bir ustayı kabul ediyorum...

¾ O’nu kabul etmekle iş bitmiş olmuyor.. O’nu layıkıyla tanımak önemli... Otobüs örneğinden hareketle, O Yüce Güc’ün sonsuz ilim, sonsuz kudret ve sonsuz hikmet sahibi olduğunu anlayabiliriz. Üst üste konulduğunda 165 metre yüksekliğindeki Washington anıtına denk gelecek kitaplardaki bilgileri bir hücrenin içindeki DNA’sında yazan O Yüce Güc elbette sonsuz ilim ve kudret sahibi olmalı. Bize oksijeni kullanacak akciğerleri, dünyamıza oksijeni içeren atmosferi ve bitkilere de onu daimi kılacak üretim mekanizmasını veren aynı Güç olmalı. Yiyeceklerdeki protein ve vitaminle hücrelerimiz arasındaki ilişki; nimetlerdeki tadlarla dilimizdeki tad hücreleri arasındaki ilişki; başımızı takılan bir çift gözle ışık arasındaki ilişki herşeyin herşeyle olan ilişkisine küçük birer misaldir. Göz ışıksız fayda vermediği gibi, ışık da gözsüz, bizim açımızdan, bir anlam ifade etmez. O halde Kainat boyutunda herşeyin herşeyle olan alakası bütün o şeyleri yapan Halık-ı Külli Şey’e işaret eder.[2]

¾ Dünyayı ve Kainatı yapan Güc’ün özeliklerine senin verdiğin örnekle bir derece bilebiliriz. O’nu eksiksiz ve doğru tanımamız ancak O’nunla görüşmemizle mümkün olur. Değil mi?

¾ Haklısın biz ancak O’nun hakkında sınırlı bir bilgiye ulaşabiliriz. O’ndan gelen mesajlar veya O’nunla görüşen mesajcılar bize O’nu hakikate en yakın olarak tarif edebilirler.

¾ Birçok kişi O’ndan mesaj getirdiğini iddia ederse ne yapacağız?

¾ İstersen önce O’nunla neden irtibata geçmemiz gerektiğini konuşup, sonra da senin sorduğun soruya gelelim.

¾ Olur.. Farketmez..

¾ Elindeki kağıt parçasına dikkatle nazar et. Biraz önce sözünü ettiğimiz İlahi Güç bir anda bu kağıt parçasını 23 yaşında, aklı başında ve bizimle aynı seviyede ilme sahip olan bir insana dönüştürüp yanımızda oturtuğunu varsayalım. Adına Joe diyelim. Bir dakika önce kağıt parçası iken şimde 23 yaşında bir genç olan Joe ne yapmalı acaba? Kendini bara, eğlenceye çağıran birine mi takılmalı? Yoksa kendini kağıttan insan haline getireni bulmalı ve tanımalı? O’na şükranlarını sunmalı ve O’nu razı etmenin yollarını mı öğrenmeli? Kendi fıtratındaki ebediyet isteğine kulak verip, kendisini kağıttan insan yapan kendisine sonsuzluğu da verebilir ümidiyle, O’ndan verdiği hayatı baki kılmasını mı istemeli?

¾ Haklısın.. Joe öncelikle bu soruları düşünmeli.. Muhtemelen ilk birkaç gün Joe böyle düşünecek, ancak bir süre sonra günlük hayatın akışı içinde bunları unutacak.

¾ Böyle bir unutkanlık yapılan işin doğruluğunu değil, Joe’nun bir zaafiyetini gösterir. Joe gafletle bu soruları unutsa bile, aklı başına geldiğinde yine onları sormalı.

¾ Joe soruları sormaya devam etse, onlara nasıl cevap bulacak?

¾ Kendini yapan Zat’a ulaşarak.. O’nunla irtibata geçerek. Bu da ya doğrudan doğruya veya O’ndan gelen mesajçılar vasıtasıyla olabilir...

¾ Sanırım şimdi mesajcıların çokluğuyla ilgili sorumu tartışmanın zamanı geldi...

¾ Haklısın... Yüzlerce kişi Joe’ya kendini kağıttan yapan Zat’ın elçisi olduğunu iddia ederse, Joe hayatının birincil gayesi yaptığı sorularının cevabını öğrenmek için, onlar arasından sadık mesajcıyı bulmaya azami gayret gösterecek. Fıtratında bizim gibi ebediyet arzusu bulunan Joe, kendi ustasını bulup O’ndan ebediyet isteyecek. Varsayalım ki şu anki Genom Projesi başarıya ulaştı ve ömrü 50 sene uzatacak bir ilaç bulundu. Sahtekarlar bu ilaca cok benzeyen 99 ayrı ilac daha yapsa, biz yine de yüz ilacın içindeki hakiki ilacın hangisi olduğunu büyük bir heyecan, ümit ve merakla araştıracağız. Topladığımız tüm bilgilerle hakiki ilacın hangisi olduğunu öğrenecek ve bütün servetimiz pahasına da olsa onu alıp kullanacağız.

Sohbetin koyulaşmasıyla, yolculuğumuzun sona erdiğini terminal kapısını görünce anlamıştım. Müzakeremiz sonunda, ilim, kudret ve hikmet sahibi bir İlahi Güc’ün varlığını; O’nunla elçiler vasıtasıyla irtibata geçmenin ihtiyacını; elçi olduğunu iddia edenlerin içinde doğru olanı bulmanın gerekliliğini; ve O’ndan sonsuz bir hayatı talep etmenin ehemiyetini kabul etmişti Daniel. Muhamedd-ül Emin namıyla sıdkiyeti düşmanı tarafından teyit edilen bir mesajcıyı ve O’nun getirdiği ilahi mesajı Daniel’e ayrıntılı anlatmak için vakit kalmamıştı. O sadık elçinin en birinci davası olan Rabb’imize iman etmenin manasını ve meyvelerini açıklayan 23.Söz’ü kendine hediye ettim. Memnuniyetini ifade ettikten sonra, kitabı okuyup sanal alemde tartışmamıza devam etmek istediğini söylerek ayrıldı. Bugünlerde hergün internete bağlandığımda, Daniel’den mesaj var mı diye e-maillerimi kontrol ediyorum.


[1] Beş sene önce yaptığım benzer bir hatayı hatırlamıştım. Sınavını başarıyla verdiğini düşündüğüm bir dersten kalmıştım. Beklenmedik bu sonuç beni hayli üzmüştü. Birkaç gün kadar dünyamı daraltan bu olayı bir musibet gibi algılamıştım. Oysa bu hadiseden bir sene sonra geriye dönüp baktığımda ‘musibet’ diye algıladığım hadisenin tam bir ‘nimet’ olduğunu farketmiştim. Rabb’ime hamdle beraber, bir daha hikmetini bilemediğim, iradem dışındaki hadiselere üzülmemeye karar vermiştim. Herşeyin sebeb ve sonuç zinciri içinde cereyan ettiği bu alemde, bizler sebeblerin bir perde olduğunu ve herşeyin doğrudan doğruya Kadir-i Hakim’den geldiğini unutuyoruz. Oysa, herşeyin her halini bilen Alim-i Kadir bizim için birşey takdir ettiğinde, geçmişten sonsuz geleceğe kadar uzanan bütün olmuş ve olacakları bilerek ve bunları dikkate alarak hüküm verir. Bundandır ki, Rahim, Kadir, Alim, Hakim gibi isimlerin sahibine tam tevekkül eden İbrahim Hakkı gibi şöyle demeli:

Hak şerleri hayreler\

Arif onu seyreler\

Görelim Mevla neyler\

NEYLERSE güzel eyler.

[2] Kuantum fiziğde atomlar bazında bu ilişkinin varlığını keşfeden bazı fizikçiler, bunu bir teoriyle açıklamışlar. ‘The theory of oneness’ yani ‘teklik teorosi’ herşeyin aslında tekbir şey olduğunu iddia ediyor. Kainatta atomlar bazında, tek bir atom diğer bütün atomlarla ilişki içinde bir mana ifade ettiğini anlayan bu bilim adamları, herşeyin birbiriyle olan bu ilişkiler ağı içinde tek bir şey olduğunu söylemişler.

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, Necati Aydın



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut