Bir filmin düşündürdükleri

GEÇENLERDE HASBELKADER seyrettiğim bir film dile getirmek istediğim bir meseleyi anlatmamda tercümanım olabilecek gibi geldi bana. Başrolde Jack Lemmon’ın oynadığı, Mass Reveal adlı film...

Film, bir Amerikan şehrinde yaşlı bir papaz ile onun bağlı bulunduğu bir papaz okulu öğrencilerinden biri arasındaki etkileşim üzerinde dönüyor.

Kilisesinde etliye sütlüye karışıp kendisini zor durumda bırakmadan, insanların istediği şekilde hizmet sunan yaşlı papaz, bir vaazı sırasında kendisini zor durumda bırakabilecek açıklamalar yapmak zorunda kalacağı birtakım sorularla karşılaşır. Soru, bir delikanlıdan gelmektedir. Papaz gencin sorularını kendince ustalıklı bir biçimde safdışı bırakır. Yaşlı papaz ilerleyen günlerden birinde aynı zamanda bölgedeki papaz okulunda öğretmen olan diğer papazlarla biraraya gelmek üzere bu okula gittiğinde vaazı sırasında kendisini zor durumda bırakan gencin orada öğrenci olduğunu görür. Öğrenir ki, kendisinin vaazı esnasında yaşadığı sıkıştırmayı diğer papazların okulda sürekli yaşamaktadır. Öğretmenlerin başı bu öğrenci ile tam anlamıyla derttedir. Hatta onu artık okuldan atmak niyetindedirler.

Okuldaki papazlar, belki değişmesini sağlar ümidiyle, onu sözkonusu papazın yanına verirler. Papaz onu bir vaaz vermesi noktasında teşvik eder. Fakat insanlara karşı yumuşak, onların hatalarını yüzlerine vurmayan, dünyevîliklerine asla dokunmayan bir üslup içinde konuşması gereğini de vurgular.

Yaşlı papazdan aldığı talimata uygun şekilde vaazına başlayan genç böyle devam edemez, kendi tarzı ağır basar ve insanların genel hataları ile yüzleşmelerini sağlayacak bir konuşma yapar. Özellikle de dibine kadar dünyaya batmış halde iken haftada bir hoşlarına gidecek sözler duymak üzere kiliseye gelmek suretiyle bu dünyada varoluş amaçlarını gerçekleştirmiş olmayacaklarını söyler. Sonuçta cemaat hoşnutsuz bir biçimde kiliseden ayrılır.

Bunu diğer papazlara ve okul yönetimine de ifade ederler.

Gencin okul öncesindeki kiliseye aykırı birtakım hareketleri bahane edilerek okuldan atılmasına karar verilir.

Bu esnada, yaşlı papaz gencin kilise cemaatini aslında ailesi olarak gördüğünü ve onları yanlışlarından kurtarmak niyetiyle sert bir vaaz verdiğini anlar. Delikanlı herhangi bir çıkar veya mevki hesabı olmaksızın, sırf onlara olan sevgisinden dolayı bu sert üslup ile konuşmuştur. Sevgisinin şiddeti, onu kendine dair hesaplar yapmaktan alıkoymaktadır. Oysa yaşlı papaz zahirî sevecenliğinin ardında ‘sevilme’ hesabı yapmaktadır. Yaşlı papaz, cemaatini bu papaz adayı kadar sevmemesinin, kendisini makam, iltifat, maddî imkân vs. hesaplarından uzaklaştırmayan esas neden olduğunu keşfeder. Gerçekten bu insanları sevmediği için onları dünyevîlikleri ile açıkça yüzleştirmekten kaçındığını anlar. Papaz adayı insanları, yaşlı papaz ise kendisini daha çok sevmektedir.

Kendi içerisinde yaşadığı bir muhasebeden sonra, genç papaza “Yapılması gerekeni sana öğretecekken, ben senden öğrendim” der yaşlı papaz. Ve, gerçek anlamda bir din adamı olacağına inandığı bu genç için kilisedeki kendi görevini tehlikeye atacak da olsa bir konuşma yapmaya ve cemaati genç hakkında verilen okulda atma kararının geri alınması için teşebbüste bulunmaya çağıran bir konuşma yapar. Takip eden hafta içinde yirmi küsur yıldır vaaz verdiği bu kiliseden atılmış olmayı da göze alarak yaptığı duygu yüklü bir konuşma...

Film burada biter. Gerisini tamamlamak izleyiciye kalmıştır.

Bu film, aslında bizlerin, hepimizin dünyasında yaşanan sıkıntıları bir kilise etrafında anlatıyor. Filmin anlattıkları bizim dünyamızda da geçerli, sadece mekân değişiyor. İnsan aynı insan, bizler; sorun aynı sorun, hesapsız olabilmek. Filmin hesapsız olabilmenin ancak hakikî anlamda bir sevgi ile mümkün olabileceğini dillendirmesi oldukça ilgimi çekti.

Gerçekten de öyle, değil mi? İnsan en çok sevdiklerine karşı açık konuşur; ve diğer taraftan, dost acı söyler. Ancak insanları seven kişi, onlarda gördüğü ama zararlarına olacağını düşündüklerini dile getirir. Çünkü onların zarar göreceği herhangi bir durum aslında kendisinin de onlara olan sevgisinden dolayı acı çekmesi demektir. Bu acı nice dünyevî menfaatin yanında sönük kaldığı bir ızdırap olacaktır. Hiçbir makam, hiçbir servet, hiçbir maddî rahatlık, bu ızdırabın vereceği rahatsızlığı hafifletemez. O yüzden, gerçekten seven kişi, sevdiklerinin göreceği bir zararı göze alamaz. Bu yüzden onların yanlışlarına, hatalarına karşı daha duyarlıdır. İşte tam da bu yüzden, onların yanlışlarından dolayı daha fazla eleştirir, hatalarını daha az gözardı eder.

Velhasıl, acı konuşana bakın, ihtimal ki sizin dostunuzdur ve sizi çok sevdiği için öyle söylüyordur. Sizi göklere çıkarana da bakın; ihtimal ki sizden edineceği maddî-manevî menfaati sevdiği için size öyle davranıyordur.

  24.02.2006

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut