İlk soru

HAFTA SONU Demir’i yıkamak üzere gelen erkek hasta bakıcılar, sağlığını da bir nebze kontrol ediyorlardı. Hasta bakıcılar genç adamın hiçbir uzvunu incitmeden ve acıtmadan temizlemeye çok dikkat ediyorlar, fiziksel acı vermekten çekiniyorlardı. Fiziksel acı vermekten çekindikleri kadar onu herhangi bir sözle incitmekten de olabildiğince sakınıyorlardı. Çünkü çok gururlu ve bazı konularda çok alıngan olduğunu biliyorlardı.

Normalde bu tip hastaların tuvalet ihtiyacını giderebilmeleri için birinin yardımına muhtaç olduğunu Demir’e kabul ettirememişlerdi. Tuvalette geçirdiği süre bazen bir- iki saati bulmasına rağmen, Demir tuvalette yanında hiçbir yardımcı istemiyordu. Sadece bahçıvan Mesut’un onu tuvalete götürmesine ve bazı özellikleri Demir’e göre ayarlanmış bir klozete oturtmasına izin veriyordu. Tuvaletten çıkmak istediğinde kendisi için ayarlanan zile basıyor, Mesut içeri girip onu tekrar tekerlekli sandalyesine oturtuyordu. Konunun mahremiyetinden ve özellikle de Demir’in bu konudaki hassasiyetinden dolayı hiç kimse Demir’in içeride ne kadar ne yapabildiğini soramıyordu, bilemiyordu.

Demir’in tuvalet konusundaki bu tutumunu bilen hasta bakıcılar, ona herkese gösterdiklerinden daha fazla itina gösterir olmuşlardı. Yıkanmasından sonra genç adamı havluyla kurulamaları ve giydirmeleri için yarım saatin yetmeyişine şaşıyorlardı ama daha hızlı hareket ederlerse onu kıracaklarından korkuyorlardı. Ayrıca tırnaklarını kesmek, kulaklarını temizlemek, saçını taramak vs. vs. bir sürü görevleri vardı.

Demir’in yıkanması ve sonrasında yapılan bakımlar saatler sürüyordu. Bu saatler Suzan için boş saatler demekti. Bugünlerde ailesini ziyarete gidiyor, özel işlerini yapmaya zaman buluyordu. Çoğunlukla tam Demir’in bakımı bittiği sıralarda evde oluyordu ama bazen geç kaldığı da oluyordu.

Hikmet Hanım, Suzan gelmeden Demir’le biraz konuşmak istiyordu ama pek ümitli değildi. Bütün gün oradan oraya çevrilerek yıkanan paklanan hastanın çok yorgun düştüğünü ve uykuya daldığını biliyordu. Ama yine de küçük bir ihtimal vardı. Belki her zamankinden farklı şeyler olabilirdi.

İkindi vakti civarı hasta bakıcılar işlerini bitirdiler ve Demir salona inmek istediği için onu salona indirdiler. Ardından çoğunlukla kendileriyle muhatap olan şoför Ekrem’e görevlerinin bittiğini bildirip, evden ayrıldılar. Demir Hikmet Hanım’ın kendisiyle konuşmak istediğini çoktan anlamıştı. Tavırlarından Suzan’dan çekindiğini de sezmişti. Suzan’ın yokluğunun bir fırsat olduğunu en az Hikmet Hanım kadar biliyordu. Bu nedenle salona inmek istemişti.

Şoför Hikmet Hanım’a Demir’in salonda olduğunu, bir ihtiyacı olursa ilgilenmesini söyledi. Bunu duyan Hikmet Hanım çok sevindi, ama sevincini şoföre belli etmemeye çalıştı. Hemen Demir’in yanına vardı ve acıkıp acıkmadığını sordu.

Demir, hasta bakıcıların kendisine biraz yemek yedirdiğini, henüz acıkmadığını söyledi. Ardından Hikmet Hanım ona nasıl olduğunu sordu, genç adam biraz yorgun olduğunu ama şu an dinlenmek istemediğini söyledi.

Hikmet Hanım Demir’in baş ucunda duruyor ve cihazına tuşladığı harflerden Demir’in cümlelerini anlamaya çalışıyordu. Bunun sandığından daha zor bir iş olduğunu anlamıştı. Genç adam:

“Sizin bana söylemek istediğiniz bir şeyler mi var?” diye sordu. Hikmet Hanım Demir’in konuyu kendisinin açmasına şaşırdı. Çünkü ağladığı günden sonra Demir çok sessiz ve durgun bir hal almıştı ve kolay kolay konuşmaya yanaşmayacak gibiydi. Oysa birkaç gündür normal görünüyordu. Hiç naz yapan bir tavrı yoktu. Konuşmaya ve açılmaya öyle ihtiyacı var ki, naz yapacak hali kalmamış diye düşündü Hikmet Hanım.

“Evet evladım” “Öncelikle seni ağlattığım için özür dilemek istiyorum. Senin böyle bir tepki vereceğini hiç düşünmemiştim”

“Hayır, beni siz ağlatmadınız. Belki ağlamama sebep olan sizdiniz ama beni ağlatan acılarımdı. O acılar olmasa sizin söylediğiniz birkaç cümle yüzünden ağlamazdım. Daha önce hiç kimse bu kadar açık yüzüme vurmamıştı”

“O gün aklımdan bazı düşünceler geçti hızla ve aklıma geldikleri gibi söyleyiverdim ama biraz yüzüne çarpmak gibi olduğunun sonradan farkına vardım. Bundan sonra bu şekilde konuşmamaya ederim yavrum, kusuruma bakma olur mu?”

“Yoo, hayır. Böyle yapmanızı istemem. Biraz yüzüme çarpar gibi konuştuğunuz doğru ama bilemiyorum belki yüzüme çarpılmasına ihtiyacım vardır diye düşündüm. İlk an çok sarsıldım ama sonradan rahatladım biraz.”

“Öyle mi gerçekten, rahatladığına çok sevindim.”

“Benim yapamadığım her işe, herkesinkinden çok daha fazla değer vereceğimi söylemiştiniz ya; beni çok etkiledi. Sağlıklı insanlar tuvalete kimseden utanmadan kendi ayağıyla girip, rahatça ve kolayca işini görüp çıkmanın ne müthiş, ne inanılmaz bir mucize olduğunun farkında değiller. Ama ben farkındayım.”

“Evet evladım”

“Bu farkındalığım, hastalığımın güzel yönü olabilir. Ama bu farkındalık ne işe yarayacak onu anlayamıyorum”

“Pek anlayamadım..”

“Bir insanın hiç kimseden yardım almadan yemeğini kendisinin yemesi; kaşığı tutup yemeğe daldırıp alması, o kaşığı yemeği dökmeden ağzına götürebilmesi ve yemeği ağzına koyduğunda ağzını biraz kapatarak yemeği içeri alabilmesi, dilini ve dişlerini rahat kullanarak yemeği dışarı dökmeden ağzında çiğneyebilmesi ve boğazında hiçbir ağrı, sızı, zorlanma hissetmeden yutabilmesi. Ben nasıl bir duygu olduğunu hayal edemediğim bu işlemi insanların ne kadar kolay yaptıklarını görünce onları kıskanırdım. Ama artık kıskanmıyorum. Çünkü kendi durumuma alıştım. Farklı olduğumu kabullendim. İnsanların artısı çok kolay yemek yiyebilmeleri olabilir, benim artım ise onların asla bilemeyecekleri bir değeri yemek yemeğe vermemdir diye düşünüyorum.”

“Evet..”

“İşte sorum burada başlıyor. Yapamadığım her şeye verdiğim bu çok fazla değeri, insanların pek farkında olmadıkları değeri vermekle ne kazanıyorum. Veya bu değeri vermem başka bir şeyler anlamak için olabilir mi? Sadece bu değeri verdiğimi düşünüp orada kalırsam, düşüncelerimin bir anlamda tıkandığını hissediyorum. Değer verdim ama ne oldu yani değer verince? Ne buldum, ne kazandım diye düşünüyorum. Sanki biraz daha ilerisi varmış ama ben gidemiyormuşum gibi hissediyorum.”

Hikmet Hanım Demir’in sorusunu ilginç bulmuştu. Ne kadar da ince düşünüyor diye düşündü. Ama ona verebilecek net bir cevabı yoktu. Bu yüzden cevap vermeyi denemedi. Tam sorusunun çok hakli bir soru olduğunu söyleyecekti ki, Suzan’ın “Merhaba Demir, merhaba Hikmet Hanım” diyen sesini duydu.

Suzan’ın yüzünde biraz bozulmuş bir ifade vardı. Demir’in bu yaşlı kadınla konuşmasına sinir olmuştu.

Hikmet Hanım “Merhaba, hoş geldiniz Suzan Hanım” dedi. Suzan bir açıklama yapmasını bekler gibi Hikmet Hanıma bakıyordu ama Hikmet Hanım bir açıklama yapmasını gerektiğini düşünmüyordu. Demir’le konuşmak için özel izin almak gerekmiyordu ya.

Suzan’ın bakışlarına aldırmayarak “ben işime dönmeliyim, istediğiniz bir şey var mı?” diye sordu.

Suzan her zamanki gibi teşekkür etti ve ardından Hikmet Hanım mutfağa döndü. Hikmet Hanım salondan çıkarken Suzan’ın tavrından çok Demir’in sorusunu düşünüyordu. Bir yandan da Suzan bu soruyu duysa kimbilir ne kadar saçma bulur diye geçirdi.

Demir ise Suzan’ın tavrını neredeyse hiç fark etmemiş, az önce konuştuklarını ve kafasına takılan soruyu düşünüyordu.

  16.02.2006

© 2021 karakalem.net, Mevlude Meriç




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut