Övünme belâsı!

BİR ADAM ellerini iki cebine koyup ters çevirerek dışarı çıkarsa “Gördüğün gibi züğürdün biriyim’ anlamında, insanı tebessümle karışık şefkate getiren bir yanı vardır bu ‘sahiciliğin.’

Başka bir adam ise ne çok işler kotardığını, ne çok başarılar ve kazançlar elde edip ‘bir numara’ olduğunu anlatıp dursa, hızını alamayıp seni köşküne yemeğe davet etse, ısrarına dayanamayıp işini gücünü bırakıp karnını aç bırakarak gitsen…

Verilen adreste küçük ve bakımsız bir kulübe görüp hayret ve merakla içeri girsen. Adam yere bir sofra bezi sermiş, bir bayat ekmekle bir kelle soğanı bölerken eskiden beri ‘bir numara’ olduğunu anlatmaya devam etse.

“Yahu bu ne hâl? Senin anlattıkların ne, oysa mevcut durum ne?” dediğinde, senin ne kadar gerçekleri göremeyen, değer bilmeyen biri olduğunu söyleyip öfkelense. Sen gözlerini ovuşturup, kendini çimdikleyip görmende mi görüntüde mi problem var kısa süreli şok olup ne tür bir aldatmacaya düştüğü fark etsen. Hayır, asıl fark ettiğin adamın kendini aldatan ama aldanışını fark edememiş hâli olsa.

Evine dönüp “İnsanlar delirmiş olmalı” diye mi düşünürsün? “Belki büyük bir şok ve şaşkınlık yaşadım ama hiç değilse karşılığında bir gerçeği daha fark ettim. Bir gerçeği bilmeyip şok olmamak mı daha iyi, şok olsan da zararı fark edip geri dönmek ve zarardan kurtulmak mı?” diye işin felsefesini mi yaparsın? Hatta ‘ölür müsün, öldürür müsün?’

Ben bu ‘şaşkınlık verici yolculuktan’ evime dönmüş gibiyim. Ama insanların delirmiş olduğunu değil de, ‘övünme belasının’ ne tür bir aldatmaca olduğunu düşünüyorum. Bire on katarak, bir on daha katarak, hayâlden bolca katıştırmalar ve ‘işkembeden atıştırmalar’ yaparak, ne çok iş başardığını iddia eden niceleri, büyük bir kendini aldatma sendromu içinde, iş yapamaz halde günlerini geçiriyor.

Ben en baştaki, hani o iki eliyle ceplerini gülümseyerek dışarı çıkarıp “tersoyum abi” diyen adamın, boğazını gösterip hohlayan (açlıktan nefesim kokuyor anlamında) adamın, bu argo ifadesi dahil, sahiciliğini ve samimiyetini, biraz kendi haliyle alay eden halini gerçek anlamda değerli buluyorum.

Adamın övünmeci ve hayalci vaatlerine kanıp işini gücünü bırakıp ona vakit ayırdığına mı yanarsın, sunacağı yemekleri geri çevirmemek için karnını aç bırakışına mı? Hayır! Aslında seni o an kanatan şey, sana ne olduğu, bu sebeple hangi maddi-manevi zararlara uğradığın değil, (çünkü sen yine de pozitif ve artı olarak başlamış oluyorsun) bir insanın nasıl da bu derece kendi eliyle kendi gözünü boyamış halde dolaştığına şaşırırsın. Üstelik bu boyamışlığı fark etmeyip, başkalarının da gözünü aynı tozla boyamaya çalıştığına, daha kaç kişiyi böyle işinden gücünden edip şoklara uğrattığına ve şoka uğrayanı suçladığına ve daha bir sürü akıl almaz şeye hayret eder, uzun süre kendine gelemezsin.

Mesela dost bildiğin biri bir gün senin bir milyarını alıp kaçtı. Giden bir milyara değil, onu dost zannettiğine üzülürsün. Çünkü o parayı, daha fazlasını nasılsa bir şekilde çalışıp kazanırsın, telafisi mümkün! Sonra kendine üzülürsün, böyle birinin gerçek dost olmadığını nasıl anlamamışım diye. Ve sonra daha iyice düşündüğünde, aslında iyi ki bu şok halini yaşadığını, böylece gerçek olmayan bir dosttan, çok geç olmadan kurtulmuş olduğunu düşünürsün. Cahilliğine bir bilmek daha eklenir. Ve bundan sonraki yürüyüşün biraz daha temkinli olur. O belki seni arkandan ‘aptalın biri’ olarak alayla anıyordur. Ama sen onun ne karaktersiz biri oluşunu görmekle, onun kendinde görmediği şeyi gören gözlerinle, onun başka türlü aptallığına şahitlik edersin.

Böylesi insanlar delirmiş mi? Hayır! Onlar delirmekten daha beter olan ‘övünme ve kendini aldatma’ belasına düşmüşler. Bir zamanlar epey acıyordum, şefkatimi celb ediyordu, herkes yürürken bunlar niye yol alamamış, niye kimse yardımda bulunmamış, diye elimden ne gelirse yapmaya çalışıyordum. Sonra yürüyememe sebeplerini dile getirince bir sürü oklara hedef olup, asıl problemin ‘yürümeyi gerçekten istememeleri’ olduğunu fark ettim de, “zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez” diyerek vakit, enerji, şefkat israfından vazgeçtim. Çünkü hepsi israf oluyordu!

İnsan ancak ‘gerçekten yürümek isteyene’ yardım edebilir. Yürümemeyi yürümek zannedenlerin ve seni zorla oturtmaya çalışanların yanında oturmak, yürümemeye ortak olmaktan başka bir netice vermez. Kimse şaşırmasın yani, bazılarının da ‘yürümemek’ işine geliyordur! Fakir bir insan, fakirliği sebebiyle pek çok şefkati, yardımsever dostu kendine celb edip dururken, zengin olmayı asla istemeyebilir! İrtibat kopmasın diye!

Hani Bediüzzaman Hz. İktisat Risalesinde kış mevsiminde bir mübarek şehre geldiğinde, müftü ‘ahalimiz fakirdir’ diyince şefkatine dokunmuş. Ama birkaç sene sonra yaz mevsiminde aynı yere geldiğinde bütün şehrin ihtiyacını karşılayacak rızıklar, bağlık bahçelik görünce, israftan gelen bereketsizliğin gerçek sebep olduğunu anlamış. Hani çarklar işlese her yere ürün yetiştirebilecek kapasitedeyken bir fabrika, çarkları işletmeyip ‘ziyaretçileri’ ve şefkat edenleri çoğaltmak da bir yoldur! Ve ehil olmayanlara işleri verip olan geliri de heba edip ‘ahalimiz fakirdir’ türküsü tutturmak! Ve Risale satarak açık kapatmaya çalışmak! Oysa çarklar işletilip, işler ehillerine verilip Risaleler hediye olarak bile dağıtılacak dereceye çıkılabilir!

Aslında boşuna konuşuyorum! Ülkemde ne oluyorsa, ülkemin şirketlerinde, ailelerinde ve fertlerinde de ondan başkası olmuyor. Çünkü fertlerinde, ailelerinde, şirket ve cemiyetlerinde ne varsa ülkemde genişleyen daire şeklinde o görünüyor. Boğaz köprüsünün yapılmasına en çok kızan, ‘istemezük’ diyenler kayıkçılardı! Herkes ‘işine gelenin’ peşine düşünce ben ve benim gibilere de bolca şok olmak düşüyor!

Fazla açılmayıp konuma geri döneyim.

İyilikleri kendinden, başarısızlıkları sebeplerden, ötekinden, şundan bundan ve en nihayetinde Allah’tan bilmek ‘moda olmuş!’ Yani yürümek istemeyenin bahanesi çoktur. Ben aslında yürümemekten değil, yürümeyip otururken atletizmde ipi göğüsleyen olduğunu iddia edip birincilik madalyasının kendisine verilmemesine içerlemekten, yani boş övünmelerden bahsediyordum! Geçmişteki bir iyi hareketiyle övünmek, kişiyi o iyiliğe ve geçmişe kilitler. İyiliği kendinden bilmekle zaten durum iptal olmuştur ama, yeni gelen günde yeni iyilikler yapmanın da yolunu keser!

Risalelerin neden hayata tatbik edilemediğinin en önemli sebebinin “Nurcucu” olmaktan doğduğunu düşünüyorum. Nurcucu olmak, icaplarını yerine getirmeyip onu sadece bir ‘övünme aracı’ kılmak ve ‘isimlenmekten’ ibaret. Oysa Nurlar, onu anlayarak okuyup hayatına tatbik etmeyenlere, ‘yürümek istemeyenlere’ hiçbir şey yapamaz! Aksine, bu öyle kötü ve zararlı bir iddiaya dönüşür ki, dine en büyük zararı dindar kisvesi altında farklı davranışlar ve yaşayışlar sergileyenlerin olması kadar büyük tahribattır.

Mesela 26. Sözün Zeyli Risale mesleğinin belkemiğini anlatır. O hatveleri kaç ‘Nurcu’ okuyup anlamış ve hayatında sürekli tatbik etmeye çalışıyor?

Risalelerle, Kur’anla, Allah’la övünmek, her müminin vazgeçilmezidir. Ama onları ‘kendini övme aracısı kılmak” kadar zararlı, ‘şeytanın 12’den vurduğu’ bir hâl olamaz!

  13.02.2006

© 2021 karakalem.net, Hülya Kartal



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut