Bu yanlışa dur diyelim!

İYİ MÜTERCİM ile acemi mütercim arasındaki farkı ustalıkla gösteren bir söz vardır: “İyi mütercim bildiği kelimeler için, acemi mütercim bilmediği kelimeler için sözlüğe bakar.”

Tercümeyle iştigal edenlerin, elhak doğrudur diyecekleri bir vâkıadır bu. İyi mütercim, bildiği kelimelerin dahi farklı hallerde farklı anlamlar taşıdığının farkındadır; dolayısıyla, kelimenin kullanıldığı yerdeki doğru anlamını kaçırmamak için, kelimenin anlamını bildiği halde anlam nüansını kaçırıp sözü zayi etmemek için sözlüğe bakar. Mütercimler için geçerli bu söz, yazarlara da uyarlanabilir: İyi yazar bildiği şeyler için dahi tekrar kitaba bakar, acemi yazar bilmediği şeyler için kitap karıştırır, kötü yazar hiç kitap karıştırmaz. Diğer taraftan, bir insan için mazur görülebilen bazı haller vardır ki, başka biri onu yaptığında büyük ayıptır. Hatta, aynı insan aynı şeyi bir ortamda yaparsa mazur iken, bunu bir başka ortamda yapması büyük ayıptır. Meselâ, Bakkal Mehmet Ağanın dükkanına gelen bir müşteriyle sohbet ederken “Vaktiyle falan kitapta şöyle bir şey okuduydum” diyerek konuşması, ama bu esnada kitabın ve yazarın ismi ve okuduğu metnin muhtevası hakkında şu veya bu derecede yanılgıya düşmesi anlaşılır bir şeydir. Hâfıza-yı beşer nisyan ile mâluldür çünkü. Ama bir yazar yahut bir konuşmacı, aynı kitaba, aynı yazara ve aynı bahse dair konuşacaksa, “vaktiyle okuduydum” diye yazamaz ve konuşamaz; ilgili kitaba ulaşıp orijinal ifadeyi bulmak ve o şekilde sunmak durumundadır. Ola ki kitaba ulaşamıyorsa, ifadeyi hâfızasında kaldığı kadarıyla aktarırken, ‘hâfızam beni yanıltmıyorsa’ gibi ifadelerle bir ihtiyat payı ve okuyucuya yahut dinleyiciye bir özür borcu vardır.

Bir üçüncü husus, bazı büyük metinler vardır ki, virgülleri dahi bir anlam ifade eder. Risale-i Nur böyle bir metin olduğundandır ki, müellifi Emirdağ Lâhikası’nda “Tashih meselesi mühimdir” diyerek, bazan bir noktanın veya bir virgülün dahi anlamı değiştirdiğine işaretle dikkat rica etmektedir. (Risale Okumaları—birinci kitap’ı okuyanlar, “Otuzuncu Söz”ün en başındaki ifadede bir virgülün varlığı veya yokluğunun yol açtığı anlam uçurumunu, bunun bir delili olarak hatırlayabilirler.)

Bu kadar girizgâhtan sonra, gelelim ehl-i Risale’nin benim şahit olduğum kadarıyla büyük kısmının nedense ve nasılsa doğru okuyup hâfızasına yanlış koyduğu, bu esnada aklının terazisini de kullanmadığı için yaptığı yanlışın farkına varmayıp koruduğu ve yaydığı bir kritik cümleye...

Bu cümle ki, bugünlerde Bediüzzaman üzerine ‘best-seller’ olarak tasarlanmış bir kitabın da merkezine yerleşmiş bulunuyor. Üstelik, o kitaptan mülhem olarak, dilden dile, daha da yayılıyor. Neşriyat lisanıyla yapılan yanlışın tashihi için yine neşriyat lisanını kullanmak caizdir ve elzemdir. O yüzden hiç gıybet, dedikodu falan filan diye ardımıza takılacak lâflara aldırmadan kitabın ismini de verelim: Başkasının Günahına Ağlayan Adam, yazarı: Vehbi Vakkasoğlu, Nesil Yayınları.

Mehmet Niyazi, 6 Şubat tarihli Zaman’daki köşesinde şöyle yazıyor bu kitaba atıfla:

“Kim ne derse desin, dünyada sadece bizim kültürümüzün belkemiğini hümanizm teşkil etmiştir. Diğer kültürlerin mihveri ya ırk, ya ümmettir. Hangi hümanist filozof Hz. Ebubekir’in şu sözünü söyleyebilmiştir: ‘Yâ Rabbi! Vücudumu büyüt, büyüt ve beni cehennemine koy. Orada bütün günahkârların adına ben yanayım.’ Müslümanların, Arapların demiyor; ‘bütün günahkârların’ diyor. O günahkâr, Mecusî de, İngiliz de olabilir. Hz. Ebubekir’in izinden giden Said Nursî Hazretleri de elbette başkaları için ağlayacaktır.”

Ne güzel, değil mi?

“Ebubekir gönüllü idi. Sevgisi ve şefkati bütün insanları kuşatmıştı” diyerek, Bediüzzaman’ı, “Zalimler için yaşasın cehennem!” diyen, “Zaman gösterdi ki, cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil” diyen, “Cenab-ı Hakkın şefkatinden fazla şefkat şefkat değildir” diyen, haşrin hakikatini isbat sadedinde ortaya koyduğu delillerden biri olarak ‘ism-i Adl’i ve ‘sırr-ı adalet’i koyan ve kâfirin ebedî cehennemde yanmasının hakikatini izah sadedinde yeri geldiğinde aritmetiğe dahi başvuran bir Bediüzzaman’ı aldık bir ‘ifrat-ı şefkat’in, bir dengesizliğin, bir muvazenesizliğin tam ortasına koyduk.

Ve zannediyoruz ki, çok büyük hizmet ediyoruz. Bir denge adamından dengesizlik üreterek hem de! İşlediğimiz cürmün büyüğünü ise, Bediüzzaman’ı da kendisine atıfla tarif ettiğimiz zâta, mağarada ‘ikinin ikincisi’ olan o en büyük sahabiye, Sıddîk-i Ekber’e yapıyoruz ki, bunun vahameti kat kat daha büyük...

Düşünebiliyor musunuz? Hz. Ebu Bekir, bunca yıl şirke karşı savaşacak; gün gelecek, Kureyş ordusu içinde Resûlullah’a kılıç savurmaya yeltenen oğluyla karşı karşıya gelmekten geri durmayacak; Hz. Peygamber’in vefatından sonra civardaki bedevî kabileleri zekat vermekten imtina ettiklerinde, Hz. Ömer gibi bir celâlli sahabinin aksi yöndeki kanaatine karşılık Fussilet sûresindeki ilgili âyetlere istinaden ‘zekattan imtina’nın bir irtidad ifadesi olduğunu ortaya koyarak Ridde savaşlarını başlatacak; sonra da bütün bunları ‘abesiyet’e irca edecek şekilde “Yâ Rabbi! Vücudumu öyle genişlet ki, cehennemde benden başka günahkâr yanmasın” veya “Benden başka insan yanmasın” diyecek. Böylece, Firavun’ları, Nemrut’ları, Ebu Cehil’leri işledikleri bunca zulme, Allah’a ettikleri bunca iftiraya rağmen cennetlikler arasına idhal etmek isteyecek!

Böyle bir Sıddîk-i Ekber’i havsalanız alıyor mu? Böyle bir mizansızlığın sahibi, Sıddîk-i Ekber olabilir miydi ve olabilir mi?

Gelin, “Hâfıza-yı beşer nisyan ile mâluldür” sözünün Nurcuları da kapsadığını, Risale ehli yazarların da bundan muaf olmadıklarını dikkate alarak, ‘hâfıza-yı beşer’e itibar etmeyelim, sadırdan konuşmayıp, satıra bakalım:

Emirdağ Lâhikası, eski Sözler Yay. baskısı, II. cilt, s. 121:

“... Sıddîk-ı Ekber (r.a.) dediği olan: ‘Mü’minler cehenneme gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum cehennemde büyüsün ki, onların yerine azab çeksin’ diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini ben de kendime kazandırmak için, iman ile cehennemden birkaç adamın kurtulmaları için cehenneme girmeyi kabul ederim demişim.”

Fark hâlâ daha farkedilmediyse, farkı açıklayalım:

  1. Hz. Ebu Bekir’in Bediüzzaman’ın naklettiği sözünde ‘benden başka insan,’ ‘benden başka günahkâr’ ifadesi yoktur. Bilakis: “Mü’minler cehenneme gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum cehennemde büyüsün ki, onların [mü’minlerin] yerine azab çeksin.”

  2. Bediüzzaman’ın kendi ifadesinde: “...iman ile cehennemden birkaç adamın kurtulmaları için cehenneme girmeyi kabul ederim.”

Sıddîk-ı Ekber’in büyük sözü de, hakikaten onun yolunda olan Bediüzzaman’ın sözü de merkezine ‘iman’ı alan sözlerdir. İki sözde de, temenninin kapsama alanına girebilmenin şartı ‘iman’dır; ikisi de kalblerini Allah’a iman yüceliğini gösterebilenler için ardlarına kadar açmışlardır; ikisinde de küfre, isyana, tuğyana ve inkâra asla ve asla müsamaha yoktur; ikisinde Cenab-ı Hakkın şefkatinden fazla şefkat yoktur.

Hz. Ebu Bekir’in sözündeki bu nüansı, on yıl önce Kur’ân Okumaları—birinci kitap’ta da yazmıştım. Emirdağ Lâhikası’ndaki cümle ise, doğru haliyle senelerdir orada duruyor zaten.

Durum böyleyken, bu cümleyi neredeyse istisnasız ehl-i Risale’nin ‘benden başka insan’ veya ‘benden başka günahkâr’ diye ezberine almasının, ‘tebliğde bulunuyorum’ derken kulaktan kulağa yaymasının, bunca insan içinden birilerinin “Durun yahu, burada bir muvazenesizlik var, böyle mizansız bir söz Hz. Ebu Bekir’e de, Bediüzzaman’a da yakışmıyor; bir de kitaba bakıp aslını görelim” dememesinin, bu sözün kitaba bakmadan yazılan kitaplara dahi girmesinin, yazarın hâfızası yanıldığı gibi editöründen musahhihine yayın faaliyeti içindeki sorumlu herkesin de bunu atlamasının; bütün bu zincirleme yanlışların sebebi acaba nedir?

Bu dikkatsizlik, bu tahkiksizlik, bu muhakeme zaafiyeti nedendir?

Ehl-i Risale, kritik bir cümledeki kritik bir kelimeyi atlayışının sebepleri üzerine düşünecek midir? “Kalb Sevmekle Yorulmaz” başlıklı bir kitabın da yazarı müellif-i muhterem ‘ölçüsüz sevgi’ ile hâfıza ve akıl yorgunluğu arasında bir irtibat olup olmadığı sorgulamasına girecek midir?

Yayıncılar, baskıları geri toplayıp Hz. Ebu Bekir’e ve Bediüzzaman’a dengesizlik izafe eden ve hakikatin muvazenesini tersine çeviren bu yanlışı tashih edecekler midir?

Ehl-i Risale, sözü aktardığı muhitlerde “Ben yanlış ezberime almışım. Sözün aslı ve doğrusu bu imiş; iman etmeden, mü’minler safına dahil olmadan Hz. Ebu Bekir’in duasının kapsama alanına girilemiyormuş” diye bir tashih cihetine gidecek midir?

“Hakkın hatırı âlîdir” hakikatine sadakat, Hz. Ebu Bekir’e sadakat, Bediüzzaman’a ve Risale’ye sadakat, bütün bu sorulara doğru cevap vermeyi gerektiriyor. Bu sözü yanlış okuyup yanlış aktaran her ehl-i Risale, hem başını iki eli arasına koyup bu tahkiksizliğin sebepleri üzerine açık yüreklilikle düşünmeye mecburdur; hem de Hz. Ebu Bekir’e ve Bediüzzaman’a büyük bir özür borçludur...

  09.02.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut