İslâm’ın fazlası

BUGÜNÜN MÜSLÜMANLARI bir ‘eksikli olma’ halet-i ruhiyesiyle yaşıyor dünya üzerinde. Hâzır medeniyetin müntesipleri dünya adına yapıp ettiklerinin üstüne oturup Müslüman âlemine tepeden bakarken, Müslümanların payına bir ‘eksiklilik’ duygusu düşüyor. Bu duygunun eşliğinde “Biz neden böyle olamıyoruz? Bizim neyimiz eksik?” sorusu ârız oluyor birden ve tam da o esnada bize tepeden bakanların cevabı geliyor: “Bizim gibi olmak için bize benzemelisiniz.”

Bu kısa cevabın açılmış haline baktığımızda ise, bizi biz, İslâm’ı da İslâm olmaktan çıkaracak bir yığın tavsiye, teklif, hatta dayatma karşılıyor bizi. ‘Normal’imiz olan nice şeyi onlara ‘anormal’ geldiği için silip atmamız, Allah’ın dininin kurallarını onların istediği gibi eğip bükmemiz isteniyor.

Ve “Bizim ne eksiğimiz var?” sorusunu soran niceleri, bu tavsiye, teklif ve hatta dayatmaların peşine düşüp, ‘kendini tamamlama’ya çalışıyor!

Modernite ile İslâm, hâzır medeniyet ile İslâm medeniyeti, Batı dünyası ile İslâm dünyası arasındaki mücadele ve çatışma, neredeyse yüzlerce yıldır, bu çizgide ilerliyor. Gerek bir bütün olarak iki dünya, gerek bu iki dünyanın ülkeleri ve toplumları, gerek de bireyler bazında böyle bir tablo çıkıyor karşımıza.

Bu tabloya dikkatle bakıldığında ise, nirengi noktasının ‘eksiklik’ ve ‘tamlık’ın tarif ediliş biçimi olduğu anlaşılıyor.

İslâm dünyasına buyurgan bir dille yol-yordam öğretmeye kalkan Batılının da, “Bizim ne eksiğimiz var?” diye düşünüp duran İslâm dünyası içinden çıkma müstağribin de buluştuğu nokta, Batının, Batı medeniyetinin ve Batılının ‘tam’lığı...

Batılı kendisini ‘tam’ olarak sunuyor, ‘insanlığın nihaî ve en gelişmiş halkası’ olduğunu düşünüyor. ‘Mükemmel’i kendisinin temsil ettiği iddiasında. İşin garibi, müstağribimiz de öyle düşünüyor. Dolayısıyla, kendisine o ‘mükemmel’e, o ideale, o nümune-i imtisale göre biçim vermeye çalışıyor.

İslâm dünyasında yaşanan zihniyet devrimlerinin, kılık-kıyafetten başka nice alana dek uzanan yaşanan değişimlerin ve bitmek bilmediği için şikayetlenmeye devam edip durduğumuz dünyevîleşme kasırgasının altında yatan, hep bu...

İslâm’ı hâzır ‘Hıristiyanlık’a, Müslümanı bugünün Hıristiyanına benzetme çabasının ardında da bu halet-i ruhiye mevcut.

Dini, imanı hepten bıraksak buna da cân-ı gönülden kabul diyecekler; ama bunu demeye cesaret edemedikleri için, hiç olmazsa ‘reforme edilmiş’ bir İslâm talebini dillendiriyorlar. Hıristiyanlığa benzetilmiş bir İslâm’a razı durumdalar; Hıristiyanlığın en dünyevîleşmiş, maneviyatından ve ilkelerinden en ziyade arındırılmış biçimine benzetilmiş bir İslâm’a ise daha da sıcak bakıyorlar.

İşbu noktada, ehl-i dinin, bütün dünyaya ben-merkezli bir surette bakan Batının ve Batılının İslâm’a bakışındaki kritik noktayı yakalaması gerekiyor: İslâm’ın fazlası!

Onlara göre, aslolan kendileri... Geldikleri bu noktada ‘mükemmel’i temsil ediyorlar. Hıristiyanlığı da, evire çevire kendilerine benzettikleri, “Everything goes” ibahiliğine razı ettikleri son biçimiyle kabulleniyorlar.

Ve işte bu merkezden, bu noktadan baktıklarında, İslâm onlara fazla geliyor! Onlar haftada bir ayine gitmekte zorlanırken, yedi gün beş vakit ibadeti emreden bir din. Onlar Pazar günü onda, onbirde ayin için kalkmakta zorlanırken her sabah güneş doğmadan önce kalkıp güneş doğmadan önce sabah namazını kılmayı emreden bir din. Onlar kiliselerde diz büküp oturmaya bile razı olamazken, rükuyu, kâdeyi ve hele secdeyi emreden, her namazın her bir rekatında insanın yüzünü iki kere yere değdiren bir din. Bir ay orucu emreden, zekatı emreden, tesettürü emreden, alkolü kesinkes yasaklayan, faizi mutlak surette haram kılan, zinaya asla müsaade etmeyen bir din. Şirki bütün nevileriyle reddeden; “Allahuekber”de simgelenen bir mutlak tevhid halini sürekli hatırlatan bir din.

İslâm onlara fazla geliyor.

Müslümanların eksiği yok onlar için; fazlaları var.

O yüzden de istiyorlar ki, İslâm’ı da törpülesinler, Müslümanları da.

Bu ülkede iman ile küfür, hidayet ile dalâlet mücadelesine bakın. Küresel planda iman ile küfür, hidayet ile dalâlet arasındaki mücadeleye bakın. İslâm’ın birilerine ‘fazla’ geldiğini görürsünüz.

Ama bu ‘fazla’ları törpülemeye hazır tırnaklarını gizleyerek, nasıl da bizden biri gibi, nasıl da bizim adımıza, bizim adam olmamızı, kendimizi tamamlamamızı ister gibi konuşuyorlar!

Onlara ‘fazla’ gelen herşeyimize sahip çıkmamız ve Fâtır-ı Hakîm’in vahyettiği son âyetle Kur’ân’ında beyan buyurduğu “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum” (Maide, 5:3) âyetini sıklıkla hatırlamamız gerekiyor.

Bugünün dünyasında yaşanan çatışmada temel problem, bir ‘eksik’ problemi değildir; istenen de bir eksiğin tamamlanması değildir.

Ve düğümü, onlara ‘fazla’ gelen doğrularına sahip çıkan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak Muhammed aleyhissalâtu vesselamdan razı olan mü’minler çözecektir.

  05.02.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut