Uçlarda...

İKİNCİ HALİFE Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, Allah’ın kendisine uzun bir ömür bahşettiği sahabiler arasındadır. Bu uzun ömründe kendi babasının şehadeti, ardından gelen üç halifenin (Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan) şehadeti, Kerbela’da Hz. Hüseyin’in şehadeti gibi acı olaylara da şahit olmuş, fitne dönemlerinin bu ağır imtihanlarını da başarıyla geçmiş bir sahabidir o.

İbn Ömer, ahir ömründe ifa ettiği hac ziyaretlerinden birinde, Arafat’ta bir adamın sorduğu enteresan bir soruyla yüzyüze gelir. Mâlûm, hac ibadeti esnasında, ihramlar üzerinde iken bir mü’min saçının telini çekip alamaz, bir otu veya ağaçtan bir yaprağı koparamaz, bir canlı öldüremez. Durum bu iken, İbn Ömer’in yanına gelen kişi, ona gece uyurken kendisini rahatsız eden bir sineği öldürmenin üzüntüsü içindedir. Acaba bu da mı ilgili yasak kapsamındadır, öyleyse bunun cezası olarak üstüne düşen birşey var mıdır?

Bu soru üzerine Abdullah bin Ömer’in cevabı çok ilginçtir. Cevabın ilk adımı, bir sorudur. İbn Ömer adama nereli olduğunu sorar. “Kûfeliyim” cevabını alır. Bunun üzerine gelen cevap, karşıdakinin sorusuna bir cevap olmaktan ziyade, onun psikolojisini açığa çıkarır. Halife Ömer’in oğlu, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini kastederek, “Sen” der, “Allah’ın Habibinin torununa kıyılırken neredeydin? Onun kanının akıtılmasına seyirci kaldın da, şimdi kalkmış bir sineğin kanının mı derdine düştün?”

Bu enfes cevap, insana çok yerde alması gereken tavrı göstermesi açısından bana tam anlamıyla harikulâde gelir.

Zira öyle zamanlar oluyor ki, insanlar başkalarına “Ne mükemmel bir adam!” dedirtecek cinsten davranışlarda bulunuyorlar. “Şunun inceliğine bakın. Bu kadar inceliği kim gösterebilir?” dedirterek, birilerini kendilerine hayran bırakabiliyorlar. Ağızlarından çıkanlara baktığınızda, kimilerinin herkesin yapamadığını becerebilen birileri olduğunu düşünebiliyorsunuz. Ama Abdullah bin Ömer örneğinde görülen ile, böyle bir karar vermek için bir sözün veya bir-iki davranışın yeterli olmadığını, olmaması gerektiğini düşünüyor insan. Ucu kendisine biçtiği hayata değmeyen, bu hayattan fedakârlık yapmasını gerektirmeyen sözler ve davranışlar, ne kadar sıradışı olursa olsun, nefse hiç de zor gelmiyor zira. Aksine, zahiren başkalarına zor gözüken bu söz ve davranışlarla nefis kendisini daha bir şişiriyor.

Asıl olan, asıl zor olan ve de insanın imtihanı olan nokta ise, biçtiği hayattan fedakârlık yapmasını gerektirecek duruşlar ve tercihlerdir insan için.

Geçen bunca senenin, yaşadıklarımın ve gördüklerimin beni getirdiği nokta bu artık. Kimseyi ağzından çıkanlarla veya bir-iki sivri davranışla değerlendirmemek gerektiği kanaatindeyim.

Bu kanaatimi destekleyecek bir örneği Gerçek Hayat dergisinin 13-19 Ocak tarihli nüshasında Cihan Aktaş’ın yazısında okudum. Yazar kendisinin yakından tanıdığı Mitra isimli bir İranlı kadından bahsediyor. Mitra namazında-niyazında bir Müslümandır, ama kurban kesmeyi merhametsizlik görecek kadar ‘hassasiyet’ sahibidir. Ona göre “Öldürmeye kalktığında elinden kaçmayı isteyecek kadar bilinçli, kendini savunan hiçbir canlı kesilmemeli”dir. Kalp kırma konusunda da çok hassastır Mitra. Söylediği çok anlama çekilebilecek sözlerin yanlış anlaşılmamasını sağlamak için sıklıkla ‘yanlış anlaşılmak istemediği’ ifadesini kullanır. “Yardımseverliğiyle tanınan dünyanın tüm derneklerine neredeyse üye olacak kadar yardımsever, sokak kuşlarıyla, lösemili çocuklarla, huzurevlerindeki yaşlılarla, kedilerle son derecede ilgili. Tanımadığı insanlara dualar gönderecek kadar da iyiliksever.”

Ama Mitra’nın yakın zamanda ortaya çıkan bir gerçek karşısında gösterdiği tavır hiç de takındığı bu son derece merhametli ve yardımsever duruşuna yakışmıyor. Kocasının gençlik yıllarında Ehl-i Sünnet ulemasının cevaz vermediği ama Şiî fıkhının caiz gördüğü mut’a nikahı ile beraber olduğu kadından olan kızı lise çağında bir genç kız olarak babasının nüfusuna bir evladı olarak kaydolmak isteğiyle ortaya çıktığında, Mitra’nın, yani Mitra’nın kocasının evinin kapısından içeri adımını atamıyor! Oysa Mitra izin verse kocası bu masum çocuğu kabul edecektir. İki yetişkinin yaptıklarının bedelini günahsız bir çocuktan çıkaracak, onu gerçek babasının sevgi ve şefkatinden mahrum bırakacak bir zalimlik sergiler Mitra. O bütün canlılar için merhametli ve yardımsever Mitra, bir masum genç kız için, onun hayatını aydınlatacak küçük bir adımı dahi atmaktan sakınır. Onu, âdeta bir düşmanı sınırlarından kovan bir komutan edasıyla, evinden içeri dahi sokmaz. Kendine biçtiği hayata dokunduğu ve onu bozduğu endişesi ile bir canavar gibi onu ezip geçmekte tereddüt etmez.

Bu örnek ışığında bir kez daha düşündüm ki, hayatın kritik dönemeçlerinde, çok merhametli gözüken bir insan olmak yahut hatta bir mü’min olup olmamak çok farketmiyor. Bir insan olarak da, bir mü’min olarak da kalitemizi, belli noktalardaki ‘aşırı’ hassasiyetimiz ve vurgumuz değil, insaniyete ve inanmışlığa yakışan söz ve davranışların—isterse nefsimizin planlarına ve arzularının rağmına olsun—hayatımızın bütün alanlarına yerleşmesi belirliyor.

Arzulanan ‘mükemmel’lik, belli noktalarda ‘uç’larda dolaşmakla değil, ancak böyle gerçekleşebilecektir.

  03.02.2006

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut