Bu oyun bitsin

GEÇEN HAFTANIN yazısında ‘birileri’ karşısında kabaran takdir duygularımızdan değinmiştim. Ölüm hakkında, hayatın geçiciliğine dair veya arada bir dua edebildiğinden bir-iki cümle bahseden ‘birileri’ nazarımızda neredeyse evliya mertebesine yükseltiliyor. Kusurlarla dolu hayatlarının küçücük bir noktasındaki hakikatli bir söz veya davranış, tarafımızca öylesine takdir edilebiliyor ki, durumdan haberdar olmayan bir insan, bahsedilen kişinin bütün hayatını kapsayan bir dönüşüm yaşadığı yanılsamasına kapılabiliyor pekala.

Yanlışlarla dolu hayatların içinde cımbızla hakikat arayıp bulduklarını dev aynalarında teşhir eden ve birilerini olduklarından çok başka yerlerde gösterenler, aynı hassasiyeti ve takdirkarlığı nedense mü’min kardeşleri için gösteremiyorlar. (Göstermiyorlar mı demeliydim yoksa?) Şu çağın şeytanî tüm tahriklerine rağmen kendisini bunlara kaptırmamış; ‘ahmak,’ ‘örümcek kafalı,’ ‘çağdışı’ vb. binlerce olumsuz etiketle yaftalanmayı göze almış, onlardan görünse kendisine ardına dek açılacak kapılara tenezzül etmemiş ve mütevazi bir hayat yaşamayı Allah ve Resûlü hatırına seve seve kabullenmiş niceleri maalesef dindar kardeşlerine yaranamıyor. Haketmeyenlere gösterilen teveccühlerin küçücük bir kırıntısını dahi onlar göremeyebiliyor.

Elbette ki, sözüm ‘bizim mahalle’nin bütün efradı için değil. Ama genel tabloda ne yazık ki böyle bir vaziyet göze çarpıyor. Diğerlerine ardına kadar açılan kapılar, mü’min kardeşlerine daracık bir mesafe ile aralanıyor, hatta kimi zaman hiç açılmıyor. Diğerlerine ‘ne doğrusunu bulsam da iltifat etsem’ diye çalışan akıllar, mü’min kardeşi için ‘ne yanlışını bulsam da tepesine binsem’ kalıbına giriyor. Diğerleri için güzel sözler ve övgülerle şakıyan diller, kardeşine zehir-zemberek eleştirileri, doğru bile olsa hoşa gitmeyen bir cümlesinden dolayı dinden çıkaran veya cehenneme yollayan hakaretleri ardarda sıralamaktan çekinmiyor. Diğerleri için hassasiyetle sözcükler seçen niceleri, mü’min kardeşi için kin ve nefret kelimelerini kolayca boca edebiliyor. O tarafın nice kabiliyetsizi bizler arasında yüceltilirken, bizim nice kabiliyetimiz yine bizler tarafından acımasızca hedef seçilip heder ediliyor.

Hatta iş oraya varıyor ki, diğerlerinden biri, söylediği bir-iki hakikat cümlesi ile ekranlarımızda program yapmaya davet ediliyor, diyelim. Eğer bu kişi, bunu samimi bir arayışın ilk adımları olarak yapmışsa, hakikatli biri olarak ciddi ve ihlaslı bir dönüş yaşamışsa, biz de aynı dönüşü ona karşı yaşıyoruz. Bir de bakıyoruz ki, ‘ötelerden’ bizim ağzımıza bal çalan ama vur patlasın çal oynasın hayatını sürdürenler hâlâ boy boy ekranlarımızda ve gazetelerimizde gezinirken, hakikatli bir dönüş yaşamış bir ‘öteki’yi az zaman sonra ‘gözden’ ve ‘çaptan’ düşmüş halde, büyük ekranlardan küçük radyo stüdyolarına ve dergi köşelerine itilmiş halde buluyoruz. Samimî bir dönüş, ihlaslı bir imana yöneliş tarafımızca böylece ‘cezalandırılırken,’ ice ikiyüzlü methiye ise ekranlarımızda boy göstermeye devam ediyor! Bu durumdaki insanlara ekranlarımızı, sayfalarımızı açtığımız gibi, hiç dinlemesek ve okumasak birşey kaybetmiş olmayacağımız yuvarlama lâfları için büyük paralar ödeyebiliyoruz.

İnsanlara, “Tarafımızdan takdir görmek istiyorsan, öncelikle öbür tarafta olmalısın. Baştan bizim tarafımızda olursan veya bizim tarafa geçersen bu iltifatları göremezsin” mesajını veriyoruz âdeta.

Bunun yanında, bizim hakikat eri, alnı secdeli, eli kalem tutan ve hak söyleyen, dili hakikatten başkasına dönmeyen kardeşimize, ağabeyimize, ablamıza, âlimimize, entellektüelimize, “Hizmetimize hakkaniyetli bir eleştiri getirdi” veya “getirebilir” diye, ambargo koyuyor, sansür uyguluyor, dedikodunun en çirkinlerine dahi başvurup kulaktan kulağa ona kulak vermeme, söylediklerine kulak kapama, yazdıklarını okumama, okunmasını engelleme direktifleri yayarak aramızdan dışlayabiliyoruz. Uzlaşma diye farklı kutupları biraraya getirmeye soyunan bizden birileri, kendi içinde uzlaşmaya razı olamadıklarını farkedemiyorlar. Uzak olana bu kadar yakın olan niceleri, yakınında olanlara bu kadar uzak!

Kendilerine methiyeler dizdiğimiz, imkânlarımızı sonuna kadar önlerine serdiğimiz bu insanlar ne yardan ne serden misali hem birilerinin tarafında görünüp onlardan nimetleniyor, hem de bir-iki cümle ile bizim tarafa uzanıp ‘pazarlarını genişletiyor’lar. Biz ise, bunu bile bile, elimizdeki hakikatler sanki onların teveccühlerine muhtaçmış gibi, bu hakikatlerin sanki onlar tarafından onaylanmaya ihtiyacı varmış gibi bir eziklik içerisinde vakarımızdan vazgeçebiliyoruz. Yani, bu insanlar bizim tarafta görünmekle bir bedel ödemiyorlar. Aksine, imkanlarına imkan katıyorlar. Oysa ki bizim gibi düşünmeyen mü’min kardeşimiz zaten ‘karşıdakiler’in mutlak ambargosuna maruzken, bir de kardeşlerinin sahip çıkmamasıyla ortada kalakalıyor. İki defa bedel ödemek zorunda bırakılıyor.

Bu oyun bitmeli.

Bu haksızlık, bu kadir bilmezlik, bu ‘mü’minlere karşı öfke, karşıdakilere karşı sevgi’ tablosu semtimizden çekip gitmeli...

  27.01.2006

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut