İhlas ve hakperestlik, müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır

26 YORUMLU bir yazının üstüne yazmak elbette zor. Aslında biraz da bir ikilem doğuruyor dünyamda. Bir yanım “Zaten oldukça tenkit aldın, bu konuyu yokmuş gibi kabul ederek bambaşka bir konuya geç ve herşeyi unut diyor. Öte yanım ise “Bu yazı farkında olmadan Risale-i Nur ile ilgili olan arkadaşlarımız arasında bir fikir alışverişine vesile oldu”; bu düşüncelere kısmen de olsa cevap vermek gerekir diyor. Ancak yorumlarda tartışılan bütün konulara burada değinmek de pek mümkün görünmüyor. Tek tek cevap vermek yerine genel bir değerlendirme yapmak istiyor, eksik kalırsa daha sonra tekrar döneriz diyorum.

Evvela bu sütunlarda herhangi bir grup veya cemaat adına yazmadığımı belirtmeliyim. Birilerini temsil etme veya seslendirme gibi bir gayretim yok. Birilerini ve bir yerleri karalama, hedef alma, gönderme yapma gibi bir gayretim de yok. Mümkün olduğu kadar genel konuşmak, genel prensipler üzerinde durmak istiyorum ki bu problemler az veya çok hepimizde olabilir. Hepimizin, her konuya ders alma nazarıyla bakmak, kendimizi daha da düzeltmeye çalışmak gayretimiz olması gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir söz özelde filanca için söylenmemiştir. Her konu da genel anlamda hepimiz için söylenmiştir. Bu anlamda şu söz bana veya benim grubuma söylendi gibi anlayışların doğru olmadığını sanıyorum.

Önceki yazımda, sadece yakın zamanda ehl-i dünya birinin ilgili cemaatı takdirlerinden duyduğum iftiharı ortaya koymak, bu arada da şahısların fani olduğunu, şahısları sevmekle, örnek almakla, onlar gibi olmaya çalışmakla beraber, onlarda takılıp kalmadan Risale-i Nur gibi kıyamete kadar hükmünün geçeceğini düşündüğüm eserlere dönmek gerektiğini vurgulamak istedim. Orada bir cemaatın ön plana çıkmasının sebebi özellikle o yazıda o cemaatı takdir etme isteğimdir. Çünkü o cemaatla ilgili güzel bir hizmet duymuştum ve ilk defa o cemaat hakkında bir yazı yazdım. Bunun diğer grupları küçümsemek veya yaptıkları hizmeti görmemezlikten geldiğim manasına geldiğini düşünmüyorum. Her grubun kendi çalışma alanları içinde önemli hizmetler yaptıklarını, fedakarane çalıştıklarını takdir ediyor ve seviniyorum. Her grupta farklı bir hizmet metodunun ve farklı alanların ön plana çıkması da güzel bir zenginlik sanırım. Ta ki her farklı istidat meşrebine göre bir meslek bulsun. Kendisine göre fıtri bir yola girsin.

Ben Kuşadalıyım. Kuşadası dünyeviliğin en yoğun olduğu, cemaatlerin en zayıf, hatta olmadığı bir yer. Maalesef akrabalarımın bir çoğu da bu olumsuz hayatın içindeler. Toplumun çoğu da göçmen olduğu için dini duyguları örtülmüş, nefisler çok ön planda. Ölen akrabalarının arkasından Kur’an okumak yerine içki içen bir topluluk. Yıllar önce gidişlerimde akrabalarımın bazıları ilçede Melamilerin çalışmalar yaptıklarını ve kendilerini davet ettiklerini söylediler. Vakıflarına gittiğimde yaptıkları sohbetin benim fikirlerime çok uymadığını gördüm. Ancak bir çok akrabam plajdan çıkmış orada Allah diyor, def eşliğinde zikir yapıyorlardı. Bir kısmının Melamilik içinde oldukça terakki ettiklerine şahit oldum. Kitap okumaya başlamışlar. Bir zamanlar sokakta mayo ile dolaşan hanımlar başlarını örtmüşler. Namaz kılıyorlar.

Bu durumda benim ne yapmam gerekiyordu? Benim uzak kaldığım, yetişemediğim bu insanlar benden bir cevap bekliyorlardı. İşte bu noktada Risalelerin “İHLAS VE HAKPERESTLİK, MÜSLÜMANLARIN NEREDEN VE KİMDEN OLURSA OLSUN İSTİFADELERİNE TARAFTAR OLMAKTIR” hakikatı gelip dünyama yerleşti. Ben onların ıslahını istiyor, ancak yetişemiyordum. Bu insanlar benim eksik bıraktığım yeri doldurmuş, akrabalarımı meyhaneden çıkararak dergaha sokmuşlardı. Hem vakıf başkanlarını hem de akrabalarımı tebrik ettim. Böyle bir ortamda az da olsa bu hizmetin. Ve onları samimi bir şekilde teşvik ettim, takdir ettim.

Bunu yaparken “İHLAS VE HAKPERESTLİK MÜSLÜMANLARIN NEREDEN VE KİMDEN OLURSA OLSUN İSTİFADELERİNE TARAFTAR OLMAKTIR” düsturuna gönülden inanıyorum. Bu ülke çok büyük. Bu dünya da öyle. Bunca insan var yeryüzünde. Herkese herkesin ulaşması mümkün değil. Bir kısmımız yurt dışında okullar açacak, bir kısmımız, radyo ile bir kısmımız gazete ile, bir kısmı böyle internet siteleri ile ve daha bilmediğimiz bir çok hizmet metodu ile Müslümanların istifadelerine çalışacağız. Bir insanın bu dünyadan imansız ayrılması o insan için ne demektir bilemiyoruz. Varsın eksik de olsa, yanlışları da olsa birileri onun imanını kurtarsın. İbadetlerini tam yaptıramıyorsa da yüreğine Allah sevgisi yerleştirsin. Mutlak küfürden onu ne kadar yukarı çıkarabilirsek o kadar kardır. O insan için anlamlıdır.

Bugün beni Risalelerle tanıştıran ağabeylerim hep başka başka cemaatlardalar. Benim üzerime düşen nedir şimdi? Tenkit etmek mi? Onları devletçilikle, meslek farklılıklarıyla, bir takım usul hatalarıyla suçlamak mı? (ki bu tavır onların da beni suçlamalarına sebep olacaktır. ) Bir araya geldiğimizde birbirimizi yememiz mi gerekiyor. Hayır. Beraber olunca ben kendi hizmetlerimi anlatıyorum. Onlar da kendi hizmetlerini anlatıyorlar. Birbirimizi takdir ediyor, hizmetlerimizle seviniyor birbirimize dua ediyoruz. Bu mesleklerimizin karıştığı anlamına da gelmez. Mesleksizlik de demek değildir. Herkesin kendi mesleğinin muhabbetiyle meşgul olması, kendi meşrebi içinde hizmet etmesi gerektiğini teslim ediyorum. Ben bir cemaatın hizmetlerini takdir ve teşvik etmekle kendi mesleğimi bırakmış olmuyorum ki. Zaten kendi mesleğimin en güzel olduğuna inanmasam orada olmam. Mesleğime en güzel demek, başkalarının mesleğine de güzel dememi engellemiyor.

Aslında bulunduğumuz yeri, her zaman farklı meslekleri de tahlil ederek, kıyaslamalar yaparak da seçmiş değiliz. Bir zaman bir cemaatın ileri geleni olan birisi, şartların değişmesiyle daha sonra başka bir cemaatın mensubu haline gelebiliyor. Kader ve şartların tercihlerimizde çok yoğun ilgileri var. Birbirimizden bir takdiri, bir muhabbeti, bir sevgiyi, bir tebessümü esirgemeyelim lütfen. Bir yerde hata görüyorsak tesirli olacaksa, yanlış anlaşılmayacaksa hususi manada, kavl-i leyin ile ifade edebiliriz. Ama herkesin içinde değil. Nefret ile, kıskançlıkla, tahrip edercesine, “bak işte nasıl da yanlışını buldum “üslubu ile değil. Tesirli olmayacaksa, hizmete vesile olmayacak, yanlış anlaşılacaksa aradaki medar-ı niza konuları hiç açmaya gerek yoktur. Bazı konularda zaman en güzel müfessirdir. Bir zamanlar bunları da konuşamıyorduk. Cemaat enaniyeti milliyet enaniyetinden aşağı değil bugün. Birbirimizle sen ben kavgası şeklinde değil, İhlas Risalelerinin düsturlarıyla muhatap olursak sanırım daha isabet eder ve manevi mesuliyetten de kurtuluruz.

Bir başka nokta da insanların bağlandıkları cemaatlerini, şeyhlerini küçük düşürmenin o müntesipleri boşluğa düşürme tehlikesidir. Bir çoğumuz Kur’an hakikatlarına cemaatlar, bizimle ilgilenen kişiler vasıtasıyla ulaşmışız. O cemaata ve ulvi bildiğimiz şahıslara karşı muhabbetimizin zedelenmesi bizi tutunacak dalı olmaması noktasına getirir. Ki ben bunun çok örneğini gördüm. Bir cemaatın yanlışlarını, eksiklerini o cemaat mensupları yanında defalarca dile getiren biri, daha sonra o cemaattan bazı arkadaşların kopmasına, bir yerde tutunamayıp ehl-i dünya olmalarına vesile olmuştur. İnsanların fedakarane bağlandıkları kudsilerini kırmaktan kaçınmamız gerektiğini düşünüyorum.

Ayrıca kimse kimsenin, hiçbir cemaat hiçbir cemaatın alternatifi ve muhalifi de değildir. Hani X cemaatı olmasa, Y cemaatı daha da büyüyecek, gelişecek değildir. Hizmeti oranında her grup için büyüme ve gelişme potansiyeli her zaman mevcuttur. Zaten asıl olan, büyüklük, küçüklük değil, niyettir, ihlasdır, s’ay’dır. Bazı gruplar kemiyeten ve keyfiyeten büyüyemiyorlarsa, bu benzer farklı grupların mevcudiyeti yüzünden değil, o grupların bu liyakati kaybetmeleri sebebiyledir. Siz hizmet etme liyakatını kaybederseniz bu dinin sahibi hizmet eden başkalarını gönderir. Bu hizmet bizimle kaim değildir ki biz bırakınca bitsin. Kim Kur’an’a sahip çıkarsa onun şerefiyle şereflenir. Bırakan ise kendi şerefini ayaklar altına alır. Hizmet edenlerinkini değil.

Bunun yanında bir de niyet okumalarını bir kenara koyup doğrudan söylenene bakmalıyız diye düşünüyorum. Sen böyle söyledin ama asıl bunu demek istedin. Veya bu sözün mana-yı muhalifi ile bunu demek istiyorsun. Yok öyle şey. Ben cemaatların sosyal evriminde, ferdin, mesleğine sahip çıkmakla beraber, önemli bir kazanım elde ettiklerine inanıyorum. Cemaat taassubları bir çok yerde kırıldı ve kırılacak. Benim bir cemaat mensubu olmam o cemaatın her şeyini doğru/yanlış demeden savunmamı gerektirmiyor artık. Ve ben cemaatımın bir yanlışını görürsem (bana göre tabii ki) o cemaatten çıkmadan ifade edebilmeliyim. Yani artık “şeyhimiz, liderimiz söylediyse vardır bir hikmeti, artık konuşmaya ve tartışmaya açık değildir” anlayışı geçen asırda kaldı. Yani bu anlamda cemaatların demokratik bir meşveret sistemi ile katılımcıların bir şekilde temsil edildikleri bir sivil toplum kuruluşları olma yolunda ilerlediklerini görüyorum. İstikbalde bu sistemlerin yerleştiği topluluklar mevcudiyetlerini arttırarak devam ederlerken, otoriter toplulukların (yakın zamanda otoriter bir partide görüldüğü gibi) dağılıp parçalandıkları gözlemlenecektir.

Hz İsa mabedde otururken etrafına insanlar toplanmıştı. İnançsızlar ise zina yapan bir kadını getirip Hz İsa’nın önüne attılar. Bu kadının Hz Musa’nın Şeriatına göre öldürülmesi gerekiyordu. Hz İsa kadını öldürtse halkın gözünde zalim, vicdansız olacaktı, öldürtmese Şeriata karşı çıkmış olacaktı. Hz İsa topluluğa baktı ve bu kadına içinizde hiç günahsız olan ilk taşı atsın dedi. Bunun üzerine topluluk teker teker dağıldı. Kadınla İsa haricinde kimse kalmamıştı mabedde.

Buyurun birbirimizi tenkit etmeye, birbirimize laf atmaya, birbirimizin açıklarını, kusurlarını açığa çıkarmaya, birbirimizi reddetmeye hiç günahsız olanımızdan başlayalım...

  26.12.2005

© 2021 karakalem.net, Levent Bilgi



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut