Mutfak

KAPIYA DOĞRU döndü Hikmet Hanım. Suzan’a gülümsedi. Gülümsemesinde çok garip manalar gizliydi. Bir yandan Suzan’dan korkmadığını ima eder bir duruşu, diğer yandan ise onunla arasını bozmamak istercesine barışçı bir ifadesi vardı.

“Kolay gelsin” dedi Suzan.

“Teşekkür ederim”

“Ne hazırlıyorsunuz bugün bize?”

“Bizim yemek hazır, bunu Demir’e hazırlıyorum.”

“Patates püresi mi?”

“Evet, çok seviyor patates püresini. Özellikle sütü çok olunca.”

“Biliyorum”

Suzan çok saygılı ve hanımefendi bir kadındı. Kaba konuşmayı pek sevmezdi. Ama Hikmet Hanım onun normal konuşma tarzına nisbeten çok donuk konuştuğunu fark etmişti. Toprak Bey’in Suzan’a ne kadar yetki verdiğini bilmiyordu ama Suzan’ın evdeki herkesten daha yetkili olduğu kesindi. Bir nevi idareci gibiydi. Suzan, Toprak Bey’in haberi olmadan beni işten atamaz ama bu fikri ona verebilir diye geçirdi.

Hikmet Hanım, Suzan’a arkasını dönüp patatesleri tencereye koyarken bunları düşünüyordu. Suzan mutfağın ortasındaki masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturdu. Oturması Suzan’ın çok da sinirli olmadığını gösterir diye düşündü Hikmet Hanım, sevindi. Ama diğer yandan uzun konuşmaya niyeti olduğunu da gösterebilirdi. Bir an yine korktu Hikmet Hanım. Suzan’a baktı, çok ciddi görünüyordu. Bu sessizliği bozmak için aklına gelen ilk soruyu sordu.

“Demir’in yemeğine yarım saat kaldı değil mi?”

Suzan: “Demir’in yemek saatini bana mı soruyorsunuz?”

“E yemeği siz yediriyorsunuz ya”

“Evet ama siz de hazırlıyorsunuz. Onun yemek saatlerini benden iyi bildiğinize eminim.”

“Evet biliyorum.”

Suzan, “pekiyi bildiğiniz halde niye soruyorsunuz” diyecek oldu ama kabalaşmak istemiyordu. Hikmet Hanım’ın korkusundan dolayı böyle mantıksız bir soru sorduğunu anlamıştı, ama korkusunu yüzüne vurmak istemiyordu. “Bu yaşlı kadına zalimlik etmemeliyim. Ben Demir’e olan tavırlarından dolayı hesap sormaya geldim, başka bir şey için değil. Ne bu kadını korkutmak ne de lafı boş yere uzatmak bir işime yaramaz” diye düşündü. Hemen konuya girmeye karar verdi.

“Demir’in ağlamasından sonra ne hissettiniz Hikmet Hanım?”

“Üzüldüm”

“Ama onunla konuşurken hiç de üzgün bir haliniz yoktu. Söylediklerinizi onun suratına çarpar gibi söylüyordunuz”

Hikmet Hanım cevap vermedi. Aslında Demir’i üzmek istemediğini, Demir’le konuşurken niyetinin ona zarar vermek olmadığını söyleyebilirdi ama vazgeçti. Çünkü bunları söylemesi bir işe yaramayacak, üstelik Suzan’a özür beyan eder gibi, yalvarır gibi hissedecekti kendisini.

“Evet” dedi Hikmet Hanım.

“Yaa, demek inkar etmiyorsunuz Demir’le konuşurken o lafları zavallı çocuğun yüzüne çarptığınızı?”

“Hayır etmiyorum”

“Ama onun ağladığına üzüldüğünüzü söylediniz”

“Benim Demir’e bazı gerçekleri açıkça söyleyebilmem, onun ağlamasına üzülmeme engel midir?”

“Elbette değildir. Ama madem ağlamasına üzüldünüz, Demir’i ağlatacak o cümleleri neden söylediniz diye soruyorum.”

“Sizce ben o gerçekleri söylerken, Demir’in o sözlerim üzerine ağlayacağını biliyor muydum?”

“Onun ağlayacağını ben de tahmin etmiyordum, kimse de etmezdi ancak söylediklerinize üzüleceğini ve normalden farklı bir tepki vereceğini herkes tahmin edebilir. Ben onu ağlatmayı amaçladığınızı iddia etmiyorum. Ama söylediklerinizin onu üzeceğini bildiğiniz halde neden söylediniz?

Suzan Hikmet Hanım’ın sandığından daha fazla sertleşmişti. Hikmet Hanım bir yandan bu kadına mecbur olmadığını göstermeye çalışıyordu. Kendinden emin ve pek de yumuşak olmayan bir ses tonu kullanıyordu. İfadeleri de biraz cesurcaydı. Bir yandan ise işini kaybetmekten korkuyordu, Suzan’la kötü olmak da istemiyordu. Ayrıca Demir’in fiziksel bakımına gösterdikleri ilgi kadar, iç dünyasına ilgi göstermediklerini de bir şekilde Suzan’a söylemek istiyordu ama bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Suzan’ın umduğundan fazla sertleşmesi de onu tedirgin etmişti.

“Suzan Hanım, Demir’i çok seviyorum. Demir’in ağlamasına üzüldüm, hem de çok. Sizinki kadar olmasa da benim de ona nasıl şefkatli bir yakınlık duyduğumu görmüyor musunuz?”

Suzan onun sorusuna cevap vermedi. Hikmet Hanım Patatesleri tencereden çıkarmak için arkasını döndü. Suzan kendisinin Demir’e yakınlık gösterdiğini tasdik etmemişti. Hikmet Hanım bunu garipsedi. “Acaba gerçekten Demir’i evladım gibi sevdiğimi anlamadı mı? Ya da Demir’i sevmemi kıskanıyor mu acaba? Hayır hayır, Demir’i gerçekten seviyorsa benim de ona şefkat göstermeme sevinmeli” diye düşündü.

Suzan “O kadar çabuk mu pişti patatesler?”

“Evet bu yeni çıkan düdüklü tencerelerde çok çabuk pişiyor”

Hikmet Hanım patatesleri ezdi, tavada tereyağı eritmeye başladı. Üstüne yumurta ve patatesi ekledi. Karıştırdı. Arıdan Demir’in sevdiği gibi bol süt koydu. Demir’in çiğnemesi yok denilebilecek kadar zayıf olduğu için daha çok bebek maması kıvamında sıvı besinler alıyordu. Aslında dişleri vardı ama çene ve boğaz kasları çalışmadığı için dişlerinin fonksiyonu pek yoktu.

Hikmet Hanım püreyi hazırladıktan sonra, Suzan’a döndü. Biraz sakinleşmişti Suzan. Ama hiç ikna olmuşa benzemiyordu. Konuyu daha uzun süre açacak gibi görünüyordu.

Hikmet Hanım ona yaklaştı. Yanına oturursa saygısızlık edeceğini düşündüğü için oturmadı. Suzan aslında sınıf farkına önem veren kibirli birisi değildi ama, Hikmet Hanım bir aşçı olduğunu unutmamalıydı. Suzan bu evde ücretli çalışan insanlar gibi değildi. Evin hanımefendisi gibiydi. Hikmet Hanım ona saygı göstermeye dikkat ediyordu.

“Suzan Hanım, o sözleri söylerken Demir’in tepkisiz kalmasını beklemedim. Bir tepki vereceğini ve üzüleceğini elbette tahmin ediyordum. Ama ne olursa olsun o gerçekleri söylemeliydim. Demir’in üzüleceğini bilsem de söylemeliydim.” Hikmet Hanım korkusunu göstermemek için aşırı derecede sakin, rahat ve kendinden emin konuşuyordu. Bu rahatlığı Suzan’ı da rahatlatsın istiyordu. Devam etti.

“Çünkü Demir üzülmesin diye hastalığıyla ilgili gerçekleri onun yanında konuşmamak, onu daha çok üzebilir. Daha çok içine atmasına ve acılarının içinde boğulmasına neden olabilir. Hastalığının ona hissettirdiklerinden bahsetmeyerek, bütün o gerçekleri ve acılarını ona unutturabilir miyiz sizce?

“Ona hiçbir şeyi unutturmaya çalışmıyoruz. Unutmayacağını da biliyoruz. Ama hatırlatmak da istemiyoruz. Siz hatırlatmamıza gerek mi var sanıyorsunuz? Siz hatırlattınız da ne oldu söyler misiniz?

Hikmet Hanım’ın bir şey demesine fırsat kalmadan, kapı çaldı. Bahçıvan Mesut sol eliyle kapıyı öne doğru ittirdi. Sağ eliyle Demir’in tekerlekli sandalyesini tutuyordu. Kapı iyice açılınca Demir’i içeri doğru çevirdi. İki kadın da Demir’in yüzünü gördüler. Demir ise onlara hiç bakmıyordu.

Mesut zaten Hikmet Hanım’ı Suzan konusunda az önce uyarmıştı. Demir’in ağlamasıyla ilgili konuştuklarını anlamakta gecikmedi. Demir’i masanın kenarına bıraktı.

Demir bir an gözlerini kaldırıp Hikmet Hanım’a baktı. Bu bakış iki kadın için de çok önemliydi. Demir’in kızgın mı, kırgın mı olduğunu; ne hissettiğini bilmek istiyorlardı. Ama hiçbir şey anlayamadılar. Çünkü genç adam hiçbir şey belli etmemişti.

Ne bir düşmanlık, ne bir kızgınlık, ne bir dostluk, ne bir yorgunluk, ne bir üzgünlük. Sadece bir an gözlerini kaldırmış sonra indirmişti. Hislerini çok derinlere saklamış, üzerine bin örtü örtmüş gibiydi. Kolay kolay açacağa benzemiyordu.…

  22.12.2005

© 2021 karakalem.net, Mevlude Meriç




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut