Suç futbolun mu?

BİZİM CAMİADA erkeklerin futbol merakı üzerine sıklıkla menfi yorumlar yapılır. Bir topun ardından koşan yirmiiki adamı niye solukları kesilircesine izledikleri sorgulanır.

Özellikle hanımlar açısından bakıldığında, futbol anlamsız ve boşuna bir merak olarak görülür. Hanımların bu fikre sahip olmalarında, maç izlemek için televizyonun karşısına geçtiğinde kendisini kaybederek sinir küpüne dönen ve aile ortamında söylenmesi hiç yakışık almayan sözleri çocukların şaşkın bakışları altında sarfeden beylerin ve babaların hatırı sayılır bir rolü vardır şüphesiz. Yine maç başladığı andan itibaren ona konsantre olup bir aile reisi olduğu gerçeğini unutarak çoluk-çocukla ilgiyi alakayı kesenlerin sayısı da az değildir. Futbol dendiğinde evlerinde yaşanan bu manzaralar gözlerinde canlananları haksız görmemek gerek.

Ama şu ayrımı da yapmak gerekiyor: Bu yanlış manzaraların yaşandığı ortam futbol oynanan bir televizyon ekranı olsa da, nedeni futbol değil, seyreden kişinin kendisidir. Bir insan kendisini meşru bir heyecana kaptırıp da nerede ve kimlerle olduğunu ve kimliğini unutuyorsa, bu onun kişiliğiyle ilgili bir soruna işaret eder. Dolayısıyla, sorgulanması gereken oyun değil, seyredenin zaaflarıdır. Kötülenecek, eleştirilecek birşey varsa, ki vardır, bu da aşırı heyecana meyyal bir kişilik yapısıdır.

Bunun dışında, futbol doğası gereği, insanı boks gibi vahşi heyecanların içine atan, birilerini perişan ederek kazanım sağlayan, rakip darmadağın olduğunda puan kazandıracak bir oyun olmadığı halde, neden onun yüzünden vahşet sahneleri yaşanır, bunun da anlaşılır olması mümkün görünmemektedir.

Yanlış kullanımları bir kenara bırakacak olursak, güzel bir film seyretmek veya bir kitap okumak gibi düşünebiliriz futbol seyretmeyi. Nasıl bunlara itirazımız yoksa, futbola da olmamalı. Aynı şekilde, kendini kaybedercesine film seyretmeyi, hayattan ve vazifelerinden koparcasına kitaplara dalmayı da mazur görmemeliyiz. Yahut beğendiğimiz bir kitap veya filmi savunmak, bizi nasıl kendimizi haklı çıkarmak uğruna şiddete sevk etmiyorsa, futbol da etmemelidir.

Oysa ki, gayet centilmen kurallara sahip bir takım sporudur futbol. Takım dendiğinde akla gelen veya gelmesi gereken takım ruhunun edinilmesi ile başarı getirecek bir spordur. Bu manada bakıldığında o dillerimizden düşmeyen ‘cemaat’ şahs-ı manevîsini, ‘bir buz parçası hükmündeki enaniyetin atılıp eritileceği havuz’ mecazını doksan dakika içinde anlatan bir temsil hükmündedir. Bireysel maharetlerin takım içinde, takıma hizmet eder şekilde kullanılmasıyla herkese mal olacak bir başarıya gidileceğinin özet öyküsüdür. Tek başına maharetli olmak hiçbirşeydir, oyunu kazandırmaz. Topu ayağında ne kadar sektirebildiğini göstermeye dalan veya top kendisine geldiğinde onu kaleye taşıyacak olana vermeyi bir zül telakki ederek kendi yerini bırakmak pahasına kaleye kendisi taşımaya kalkanın takımın başarısına mani olduğu gibi, kendisini de başarılı oyuncular listesine kaydettiremediğinin hatıraları ile doludur futbol tarihi.

Ki bu, futbolun olduğu kadar, toplum hayatının da şartlarındandır. Başarı sarhoşluğuyla kendisini kaybetmenin bedelinin hemen ödendiğinin de canlı kanıtıdır. Bu yönüyle ne maç içinde, ne de dışındaki özel hayatlarda sarhoşluğa yer olmadığını, şımarmanın, yerini garanti görüp çalışmayı bırakmanın, kaybettirdiğini çok kısa süre içinde göstererek önemli bir hayat dersi de verir. Oyunu kuralları içinde oynamaz da başarıya ulaşmak için şiddete başvurursanız, bununla emelinize nail olamaz; tam tersine eksik kadro ile oyunu tamamlamaya çalışmak gibi istenmeyen bir durumun içine düşersiniz. Bu da insanı hayatında usulü ile yaşamaya, başarmak isterken sadece sonuca kilitlenmenin değil, sonuca götürecek yolları da doğru seçmenin önemine vurgu yapmaya çağıran bir yönüdür futbolun. Şartlar ne kadar aleyhine olsa da kendisini bırakmayan, mücadeleden vazgeçmeyen bir takımın son anlara kadar galibiyet şansı olduğunu böyle sonuçlanan pek çok maç örneğinde görebiliriz. Bunu biz de hayatlarımızda yılgınlığa, karamsarlığa hiçbir şekilde yer olmaması şeklinde bir ders olarak anlayabiliriz.

Saydıklarımın yanında, daha pek çok ders bir futbol maçı ile alınabilir. Ben de futbolu böyle okumayı, futbolu seven biri olan eşimden öğrendim.

Bizim evde maç seyredilen zamanlar ailenin biraraya geldiği, hem seyredilenlerin değerlendirildiği, hem de oradan hayata dair okumaların yapıldığı, çocukların komik pozisyonlarla eğlendiği, oynanan üzerine şakalaşmaların yapıldığı bir zaman dilimi olarak geçer.

Ben futbolla doğrudan ilgili biri değilim, yüz sene futbol maçı görmesem gözüm aramaz. Ama bir erkek olarak eşimin tadında ve ayarında bıraktığını gördüğüm futbol ilgisine laf söyleme hakkını da kendimde görmüyorum.

Bir erkeğin futbol ilgisini, tadında ve ayarında bıraktıktan sonra, “Helâl daire keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur” ölçüsü içerisinde değerlendirmek bana en doğrusu gözüküyor.

  02.12.2005

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut