İslamî Üslup - II

  1. Utbe İbni Rebia “Eğer zenginlik istiyorsan seni aramızda en zengin yaparız; eğer istediğin şerefse seni reis yaparız ve senin sözünden hiç çıkmayız; kral olmak istiyorsan seni kral yaparız; eğer sana musallat olan cinden ve hastalıktan kurtulamıyorsan sana bir hekim buluruz ve iyileşene dek seni bırakmayız, elimizden geleni yaparız” dedi. Muhammed (ASM)’ı ikna etmeye çalışıyordu. Kitapların kaydettiğine göre Hz. Muhammed onu sonuna kadar dinledi.

    O kafir geri dönüp arkadaşlarına bir cevap getiremeyince, bu sefer Peygamber (ASM)ı yanlarına çağırıp aynı şeyleri tekrar ettiler. O yine onları sonuna kadar dinledi.

  2. Bir gün Efendimiz (ASM) Kabe’nin yakınında otururken Ebu Cehil karşısına geçip küfürler ve hakaretler sıralamaya başladığında, O (ASM) kalkıp gitmeyi ihtiyar etmemiş, yüzüne bakarak sonuna dek dinlemişti.

Bu iki olay gibi, Mekke döneminde yaşanan yüzlerce hadise sayabiliriz. Her ikisinde ve burada sayamadığımız diğer olaylarda da; kafirlerin inatlı tutumuna rağmen Peygamber Efendimiz’ in (ASM) dinlemekten yıldığını ve “yine aynı şeyleri söylüyorsunuz” diyerek bir bıkkınlık ve kızgınlık tavrı takındığını; hele hele öfkelenip üslubunu değiştirdiğini hiçbir siyer kitabı nakletmiyor. Okuduklarımızdan zatın (ASM) her defasında konuşanları dikkat ve itina ile dinlemekten yana olduğunu anlaşılıyor. Dinlediği saçmalıklar saçmalıktı belki ama; yine de muhatabının kayma noktasına işaret etmesi bakımından önemli olabilirdi.

Bu olayları ve o Zat’ın (ASM) “dinlemekten vazgeçmeme, üslubunu koruma” diyebileceğimiz tutumunu bir kenara koyarak bugünlere dönelim. Biz müminlerin “şahsî hukukum olsa susardım ama İslam’ın hukuku söz konusu” diyerek İslam’ın hukukunu savunurken öfkelenme hakkımızı tepe tepe kullanmak istercesine takındığımız tavırlara gelelim.

Bu tavırlar, üsluptaki sertliğimizin en klasik misallerinden sayılabilir. Muhatabımızın fikrinde yanlışlık veya butlan olarak bize görünen şeyler varsa, “hakkın hatırı adına(?)” gerisini dinlemeyip gördüğümüz yanlışlığa kafayı şiddetle takmak, bir daha o fikri veya o şahsı dinlemeyi abes addetmek ve hatta tahammül edememek şeklinde yaklaşımlar geliştiriyoruz. Bu da kendi fikrimize olan itimadımızın ne kendimiz ne de başkası tarafından sorgulanamayacak derecede artmasına sebep oluyor ki, muhatabımıza verdiğimiz cevaplar muhatabımızın sorusuna yönelik değil kendi itimadımızı pekiştirmeye yönelik bir kesinlik arz eder hale geliyor. Bu kesinliği ifade ediş tarzımız da, enfusî arka planın sakatlığından dolayı gayet “sert” oluyor. Bir de bu tutumu tekrar eder hale gelirsek, bir tarz olarak fıtratımıza yerleşmesine zemin hazırlamış oluyoruz.

Dönelim yine Peygamber Efendimiz (ASM)’ın tutumuna. Şahsına değil peygamberliğine ve İslam’a hakaret edilirken terk etmediği “dinlemekten vazgeçmeme, üslubunu sertleştirmeme” tutumunu biz mümin kardeşlerimizle müzakere esnasında “hakkın hatırı için(?)” terk etme fetvasını kimden alıyoruz diye düşünmemiz ve ziyanımızı tespit etmemiz gerekiyor. Bu kısmın tahlilini çok fazla yapmak istemiyorum ama elbette hiçbirimiz peygamberden çok biliyor olmadığımız halde ve peygamber olan zat (ASM) muhatabını dinlemekle onu kabul ve tasdik etmiş olmadığına göre bizim dinleyemememiz, dayanamamamız ve bayrakları indirmemiz iyiye alamet olmasa gerek.

Sert üslubu takınma bahanesi olarak terennüm edilen, uyarmak ve yanlışları düzeltmek de elbette Peygamberimiz (ASM) vazifesi idi. Ancak yanlışları düzeltirkenki üslubunu da iyi değerlendirmek gerekiyor. Bizim mümin kardeşlerimizin söylemlerine gösterdiğimiz sert tepkiyi, zina eden insana göstermeyen o Zatın (ASM) yanlışları düzeltmesini üslubumuza bahane yapma vehametine düşmekten korkmalıyız.

Yukarıda değindiklerimizden hareketle yanlışını gördüğümüz muhatabın fikrini önemsememek, dinlememek veya tahammül edemememizin kendi üslubumuzun menfi yönde değişmesine ve sertleşmesine sebep olmasından korkmalıyız. Çünkü üslubumuzun bazen fark etmediğimiz sertliği, başkalarına, bize göründüğünden çok farklı görünüyor, zarar veriyor. Bir kaçını sayacak olursak;

Mümin olmanın iktizası olan “vahye ve akla uygun olduğu müddetçe” uzlaşmacı ve orta yolu bulma eğilimli kimliğimizi perdeliyor. Her zaman vasatı vasat olarak göstermeye, vasatı ihtiyar ve tebliğ etmeye emredildiğimiz halde, ifadelerimizdeki tergip ve tebşirden yoksun sertlik, bu ahirzaman ortamında vasatın ifrat gibi algılanmasına sebep olabiliyor.

Risale-i Nur’un en küçük meselede dahi hikmet ve şefkat vurgusu ağır basan tarzını terk etmemesi “peşin hüküm ve sathi nazar”ı fiilen reddettiğini açıkça ortaya koyarken; şeriatın ve hakkın itkanına yakîn maksadıyla yapılan hikmet nazarlı fikir teatîlerini; emrin ve nehyin illetini sorgulamakla karıştırma hatasına da düşebiliyoruz. Ve bunun sebebi de çoğu zaman hatalı bir takva kaygısından kaynaklanan “başka doğru tanımazlık” anlayışının üslubumuza kattığı sertlik oluyor.

En kötüsü de, istifadelere açık bir zeminde olduğumuz halde üslubumuzdaki sertliğin sebep olduğu iticiliğin, savunduğumuz fikirdeki hakkın ve doğrunun cazibesini ve fıtrîliğini örtmesi oluyor.

  01.12.2005

© 2021 karakalem.net, Mevlude Meriç



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut