İki Yolun İkilemi - 1

Abdurreşid Şahin

BİR GÜN padişahın huzuruna idama mahküm olmuş bir adam getirirler. Padişah adama son bir kurtuluş fırsatı daha vermek ister ve ona der ki: Seni bir sınavdan geçireceğim, eğer başarırsan kurtulacaksın, aksi takdirde zaten cezanı bulmuş olacaksın. İşte önünde iki kapı, bu kapılardan biri seni ölüme götürür, diğeri kurtuluşa. Kapıların hangisi kurtuluş kapısı, hangisi helaket kapısı olduğunu bulman için sana bir fırsat. İşte şurda gördüğün iki adam, her iki kapının da nereye götürdüğünü biliyorlar. Adamlardan biri hep yalan söylüyor, hiç doğru söylemiyor. Diğeri ise hep doğruyu söyler, hiç yalan söylemiyor. Şimdi sen öyle bir soru sor ki bu adamlara sorduğunda ikisi de aynı kapıyı göstersinler ve sen de doğru kapıyı bulup kurtul. Sadece tek soru hakkın var.” demiş ve adamı sorusuyla başbaşa bırakmış.

Bu hikâye bana hep insanın dünya serüvenini anımsatır. Ne kadar da gerçek değil mi? İnsan da bu dünyada ölüme mahkûm olmuş bir varlık. Önünde iki kapı, biri ebedî helakete, cehenneme götürüyor; diğeri ebedî saadete, cennete götürüyor. Ve insana iki hizmetçi verilmiş, bunlardan biri kötülüğü emreden nefis, diğeri hep hakkı söyleyen kalp-vicdan. Bu iki vazifeliyi doğru kullanırsak saadete, yanlış kullanırsak helakete gideriz. Bu hayatımızın genelinde böyle olduğu gibi anlık tercihlerimizde de böyledir. Tercihlerimiz neticesi anımız ya siyah bir nokta ya da beyaz bir nur olur.

Yukardaki bilmece küçük sözlerdeki iki yolun bir modellemesini yapmama vesile oldu. Evet nefsini-kendini bilen Rabbini bilir hakikati gereğince iç dünyamızın bilinmesi nisbetinde Rabbimizi tanıyacağız, demektir. O halde iç dünyama bir yoculuk yapıp onu tanımaya çalışmalıyım, diye düşündüm. Küçük Sözler basit ve avam lisanıyla konuşunca zihnimde basit bir model şekillendi. Şimdi isterseniz bir masal formatında iç dünyamızda bir seyahete çıkıp kendimizi tanımaya çalışalım:

Kendini tanımak isteyen irade bir gün iç dünyasına doğru uzun bir yolculuğa çıkmış. Gide gide uçsuz bucaksız bir ovaya rast gelmiş. Biraz ilerleyince önüne dev bir saray çıkmış. Sarayın iki dev kapısı varmış. Kapının birinde “kalp” diğerinde “nefs” yazmaktaymış. Bunların ne mânâya geldiğini merak eden yolcu orada bulunan ciddi bir adama sormuş, bütün bunlar neyin nesi diye. Ciddi adam anlatmaya başlamış:

Bu gördüğün insan sarayının iki kapısı var. Ve her iki kapı da iki menzile açılır. Şu soldaki kapı nefis kapısıdır. Bu kapıdan giren ya yeis bataklığına batar, helak olur ya da istiğfar kalesine ulaşarak necat bulur. Kalp kapısından giren de iki menzilden birine ulaşır. Ya kibir çukuruna düşerek helak olur ya da şükür sarayına girerek felah bulur.

NEFS KAPISI: Bu kapının başında bir cinni bulunur -melek bu kapıda pasif durumdadır- ve bu cinni bu kapıya yanaşan iradeyi içeri sokar. Cinni kendi sözlerini iradeye kabul ettirip ona mal etmeye çalışır. Bu yüzden gizli gizli konuşarak kendi sözlerini iradeye, kalbinden gelen sözlermiş gibi benimsetmeye çalışır. Yolcu, cinniye aldanıp onun fena sözlerini kendi kalbine mal ederse yeis bataklığına sürüklenir ve battıkça batar. Eğer irade, sesin cinniden geldiğini farkeder ve onun malını ona iade ederek onun yüzünden düştüğü hata ve kusurlardan dolayı pişman olursa istiğfar kalesine sığınmış olur ve orda kendi sultanını Tevvap ve Gafur olarak bulur.

KALP KAPISI: Bu kapıda bir melek bulunur. Cinni ise pasif durumdadır. Bu kapıdan giren iradeye melek eşlik ederek güzel şeyler yapmayı telkin eder ve yaptırır. Cinni gizliden gizliye iradeye seslenip o güzel şeyleri -hayrı- sahiplendirmeye çalışır. Bu alanda da iki menzil ortaya çıkar. Ya irada cinniye aldanıp kendisine meleğin ilham ettiği ilhama sahiplenerek kibir çukuruna düşer. Ya da meleğin ilhamını saray sultanının bir ikramı bilerek şükür sarayına ulaşır. Orda sultanını çok Cömert ve Kerim bulur.

Burada kalp müsbet hallerimize bakar, nefis ise menfi tavırlarımıza bakar. Aslında kalp de nefis de bizim menfaatimize çalışır. Kalp neyi yapacağımızı ilham ederken, nefs neyi yapmamamız gerektiğini anlamamıza yardımcı olur. Nefis vasıtasıyla Gafur, Tevvab gibi, menfi hal ve tavırlarımıza bakan esmayı; kalp vasıtasıyla da Kerim, Latif gibi müsbet hal ve davranışlarımıza bakan esmayı tanır ve ayinedârlık ederiz. Bir mânâda nefisle celali, kalple cemali esmaları tanırız. Bu anlamda, “hayrihi ve şerrihi minellahi teala” sırrı nefis ve kalp Allah’tandır mânâsında anlaşılabilir. Kalbin hayrı ilham etmesi de nefsin kötülüğü emretmesi de Allah’tandır anlamına gelir ki netice itibariyle ikisi de hayırdır.

Bizim tercihimize bakan menzillerde ise gerek yeis bataklığında gerekse kibir çukuruna düşmekte sorumlu biziz; zira bize ait olmayanı bizimmiş gibi görerek kendimize zulmetmiş olduk. Birincide nefsin sözünü kalbimize malederek, ikincide kalbin ilhamını nefsimize sahiplenerek. Bu mânâda, “Her ne ki sana isabet eden, şer olur, bu nefistendir.” mealindeki ayet buraya bakar. “Her ne ki sana isabet eden, hayır olur, o Allah’tandır.” hakikati de ikinci durumlara bakar. Kalp fenalığı kabul etmeyip hatadan dönme neticesinde istiğfar kalesine sığınması neticesindeki af ve muhafaza ve de irade kalbin ilhamına kulak verip hayra yönelmesi sonucu girdiği şükür sarayındaki ihsan Allaha aittir. Hayrı meleğin dilinden ilham eden ve yanlıştan dönmesini ikaz eden Allah’tır. İnsanın bunda müdahalesi sadece hayrı ve affedilmeyi reddetmemektir.

Rabim bize hakkı hak bilme için kalbi, şerri de şer bilmek için nefsi, ayrıca tercihi yapabilmemiz için iradeyi vermiş. O halde bize düşen Habibullah gibi el açıp dua etmektir.

Allah’ım, hakkı hak bilip ona ittiba etmeyi ve batılı batıl bilip ondan kaçınmayı bize nasib ve müesser eyle. Âmin.

  29.11.2005

© 2021 karakalem.net, Abdurreşid Şahin



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut