Görüntünün iktidarı - III

GÖZLERİMİZ, SADECE önümüzdekileri görür, yani sadece bize gösterileni görürüz. Bize görünenin arka planını gözlerimizle değil, kulağımızla ve kalbimizle görürüz.

Göz, sadece önünü görebildiği halde, kulak 6 yönden (ön-arka, sağ-sol, alt-üst) gelen sesleri işitir. Kulağın duyamadıklarını da kalbimizle görür ve hissederiz. Öyle ise, sadece gözümüze hitap edenler, bizi, en zayıf algılama uzvumuzla etkilemeye çalışmaktadırlar. Reklamın, genellikle göze hitap ettiğini hatırlamaya çalışalım. Ve reklamın en etkileyici olanının da kadın ve güzellik temalarının işlendiği reklamlar olduğunu hatırlamaya çalışalım.

Demek ki, tartışmayı klasik ‘bakmak mı, görmek mi?...’ ekseninden çıkarıp, ‘görmek mi, duymak mı daha önemli’ eksenine doğru götürmemiz elzemdir.

Demek ki, göz, en zayıf halkamızdır. Gözümüzün eli, görebildiği kadardır, görmenin ötesinde, eli kısadır. Gördüğü haksızlıklar karşısında, göz yaşı akıtmanın dışında yapabileceği çok fazla bir şey yoktur.

Gördüğümüz ve yaşadığımız olaylar karşısında, acze düştüğümüzde, bize yardım edecek en önemli uzvumuz, kalbimizdir. Zira kalbimizde, acizliğimize ve fakirliğimize yardım edecek dayanak noktalarımız (nokta-i istinad, nokta-i istimdad) mevcuttur. Gözümüzün aciz kaldığı bir çok noktada, kalbimizden ve vicdanımızdan medet isteriz. İşte göze hitap eden reklamların bir çoğu, kalbimizle gözümüz arasındaki irtibatı kesmektedir. Sözgelimi, bir şeye gerçekten ihtiyaç duyup duymadığımızı, kalben düşünüp anlarız. Oysa ki, içinde mesela kadın bedeninin/sesinin kullanıldığı bir reklamda, gözlerimiz, hemen reklam ürününün bir ihtiyaç olduğunu söyler. Gerçekte gözlerimiz yanılmıştır, kalben ve aklen düşündüğümüzde, gerçekte o ürünün ihtiyaç olmadığını görürüz. Gerçekte, kalbimizin bir aynası olması gereken göz, kalbe ayna olmamış, dışarıdaki görüntülere aynalık yapmıştır.

Geçen hafta sözünü ettiğim ayette (Bakara, 7), önce kafirlerin kalplerinin mühürlendiği, sonra sem’ (işitme duyularının) mühürlendiği, en sonunda da gözlerinin (basar) mühürlendiği ifade edilmişti. Neden en son mühürlenenin gözler olduğunu, biraz düşünmeye çalışalım.

Göz mü kalbe daya yakındır? Yoksa kulak mı kalbe daha yakındır? İmanın önce kalbe girdiğini, dışarıdaki bilgilerin kalbimize taşınmasında, kulağımızın daha fonksiyonel olduğunu unutmayalım. Zira hak ve hakikatin ilanı, önce sesle yapılır. Yani, mükellefiyet ve sorumluluk hakkı duymakla başlar. Gözümüz, bir çok hakikati görmemesine rağmen, sadece duymakla yetinip, o hakikati kulağımızla işitsek bile, kabul ederiz. Demek ki, hakkın kabul edilmesinde, kulak gözden daha ön plandadır.

Buradan şu geçici sonucu çıkarmamız mümkündür: Hakikat olan şeylerin görülmesi ve anlaşılması, genellikle kulakla mümkündür. Hakikat olmayan şeylerin görülmesi ve anlaşılması ise genellikle, gözle mümkündür. Yani gördüğümüz şeyler, hakikatin kendisi değil, sadece bir görüntüsüdür.

Hakikat olan şeylerin görülmesi kulakla nasıl mümkün olabilir? Elbette ki, kulak veya işitme duyusunun kendisi değildir hakikati gören. Hakikati gören, kalb kulağıdır. Kalbin gözü olduğu gibi, kalbin kulağı da vardır.

Hakikat olan şeylerin kabulünde, iradenin çok fazla bir şey yapmasına gerek yoktur, kulağını tıkamaması yeterlidir. Halbuki hakikat olmayan şeylerin kabulünde, iradenin yapacağı çok şey vardır. Özellikle sırf gözle nazar etmek, gözle takip etmek, gözle taramak gerekir. Yani, hakikatin anlaşılmasında, gözün işinin zor olduğunu söylemeye çalışıyorum.

Dolayısıyla, dışımızdan bize gelen her türlü bilgiyi, ya kulağımızla yada gözümüzle algılarız. Kulakla takip ettiğimiz bilgiler, nakli bilgilerdir.

Reklamların da hakikat olmayan şeyler içerdiği ön yargısından hareketle, gözlerimizin reklamı ve reklam ürünlerini özellikle seçtiğini, tercih ettiğini söyleyebiliriz.

Bu günkü yazıya münhasıran, ‘Görüntünün İktidarı’ından kastım, bu tarz bir reklam mantığıyla, gözlerimizi hedef seçerek yapılan reklamların iktidarıdır. İrademizi dumura uğratan, gözlerimizle bizi avlayıp, irademizi esir alan reklamların iktidarıdır.

Dua edelim ki, gözlerimiz, reklamlarla mühürlenmesin. Zira, reklamlarla uyuşturulan gözler, geçici olanı, heva ve heves olanı tercih etmemize vesile olur. Gözlerimiz, reklamlarla uyuşturularak, artık neyin doğru olduğunu, neyin yanlış olduğunu idrak etmekten mahrum bırakılmaktadır. Böyle bir göz, sanki mühürlenmiş bir gözdür. Reklamlarla yaşayarak, reklamları bolca seyrederek, kendi kendimize, kendi gözlerimize mühür vurmaktayız. İlahi damgayı, kendi ellerimizle, kendi gözlerimize, biz, vurmaktayız.

Reklamların etkisini fazlaca ciddiye aldığımı söylediğinizi duyar gibiyim. Hatta belki de reklamlardan dolayı, işi küfre kadar götürmemin abartı olduğunu bile söyleyebilirsiniz. Ancak, reklamların içimize soktuğu nifakı, aile ortamına attığı fitne ateşini, kalbimize soktuğu mal mülk sevdasını düşündüğünüzde bana hak vereceksiniz.

Nifaka düşmek korkusuyla yaşamak, rastgele yaşamaktan evladır.

  28.11.2005

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut