Bir başka açıdan
biz ve ötekiler

SON YAZIMDA zihin dünyalarımızdaki bir ayırımdan bahsetmiştim. İnsanları ‘biz’ ve ‘ötekiler’ diye bir sınıflandırmaya kolaylıkla tabi kılabildiğimizden. ‘Biz’ biziz, yani bir Yaratıcının varlığına ve tekliğine inanan ve hayatını bu çizgide yaşamaya çalışanlar; ‘ötekiler’ ise bu kaygıyı bilerek veya bilmeyerek taşımayanlar, hayatını bir Yaratıcıdan bağımsız doğrultularda kurmaya çalışanlar.

Bu ayrımın varlığı bir gerçek olsa da, değişmezliğine hüküm vermek insafsızlık olacaktır. Hayat devam ettiği müddetçe insan düşüncelerini, hayata bakışını sorgulayabilir, yanlış olduğuna karar vererek düzeltmeler yapabilir. ‘Ötekiler’den olan biri gün gelir ‘biz’den biri olabilir. Hiç hayal bile edemeyeceğimiz bir şekilde öncesinde başka saflarda olan biri ile aynı endişeleri paylaştığımızı, aynı hedeflere yöneldiğimizi sevinerek görebiliriz.

Peki ya, tersi mümkün olur mu? Bugün ‘biz’den olan birini yarın ‘ötekiler’ arasında bulur muyuz? Ötekilerden olan birinin bize katılmasıyla duyduğumuz sevinç gibi, bizden birini ötekileşmiş görmek de yaşanması mümkün bir gerçeklik midir? Bir zamanlar dünyaları aynı kaygılar, aynı hedefler ile dolu iki insandan birini bir zaman sonra başka bir dünyanın, başka hedeflerin insanı olarak görebilir miyiz?

Doğrusu pek iç açıcı bir durum olmasa da, bu soruya evet cevabını vereceğimizi zannediyorum. Her birimizin bu cevabı destekleyecek örneklere sahip olduğumuz kanaatindeyim. Üzücü olsa da, seneler öncesi ‘kardeşim’ diyerek muhatap olduğumuz birilerinin artık bu hitabın muhatabı olmaktan uzak oluşu pek çoğumuzun yabancısı değildir.

İnsanın durduğu yerin bir niyet ve dua işi olduğu kadar, bunları destekleyecek, açığa çıkaracak bir beslenme meselesi olduğuna inanan biriyim. Niyetler ve kavlî dualar, fiilî dualara dönüşmedikçe samimiyet ve ihlasın göstergesi olamıyorlar. Yani nereden besleniyor ve nelerle meşgul oluyorsak, üzerimizde görünen, kimliğimiz de o oluyor. Bunu her zaman iradi olarak yapmıyoruz. Kendimizi bir yere ait olarak tanımlamışken, bu tanımımıza uygun bir havayı teneffüs edeceğimiz ortamlarda bulunmadıkça, seçtiğimiz kimliğin gerektirdikleri ile meşgul olmadıkça, ‘zikri ne ise fikri de o olur’ misali başkalaşmak kaçınılmazdır. Hayatımızın bir döneminde kendimizi bir şekilde tanımlamak bizi ilelebet o çizginin insanı yapmıyor. Aksine tercihimizi tekrar tekrar yinelemek, biatımızı hatırlamak durumundayız. Bu yineleme ve hatırlama da maalesef sloganlarla olmuyor. Hayatın akışı içerisinde önümüze gelenlerden her defasında kendimizi tanımladığımız kimliğe uygun olan şıkkı seçmekle yerimizi koruyabiliriz. Böylece hayatımız yeknesaklıktan kurtulup, dinamik bir boyut kazanıyor. Böylece Peygamber aleyhisselam bir kez daha rehbber oluyor. “İki günü bir olan ziyandadır” hadisi ile ancak yenilenmenin ve biatını yinelemenin insanı zarardan kurtaracağını ne kadar da beliğ ifade ediyor.

Doğrusu nefse ağır da gelse adil olanın bu olduğundan şüphe yok. Hayatı Veren, vermiş olduğu hayat ve ömür müddeti içerisinde herkese kendisini tekrar tekrar sorgulama ve yenileme imkanını veriyor. Yanlışa girmiş olanlar yollarını doğrultabilsinler, hak üzere olanlar da bu yol üzere tekamül edebilsinler diye.

Fakat bu imkan yanlış kullanım veya kullanmama ile, hak üzere olanın batıla kaymasına da neden olabiliyor. Böylece, geçen yazımızda bir söyleşide yer alan sözleri dolayısıyla irdelediğimiz üzere, Leyla İpekçi gibi ‘öteki’lerden gördüğümüz biri bizleşirken, ‘bizden biri’lerinin ötekileşmesi de pekala mümkün olabiliyor.

Öyleyse bizlere düşen Rabbimizin öğrettiği şu duayı samimiyetle dilimizden düşürmemek: “Rabbimiz! Bizleri hidayetine erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme!” (Âl-i İmran, 3:8)

  25.11.2005

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut