Risk almak

GÜNDELİK HAYATIN akışı içinde, büyük fotoğraflar, büyük düşünceler, büyük hedefler arasında küçük davranışlar, küçük tavır alışlar boy verir.

Oldum olası, bu küçük şeylere dikkat etmişimdir. Büyük düşüncelerin veya büyük hedeflerin, bu küçük şeylerle sınandığına inanırım çünkü. Büyük meselelerdeki içtenliğimizin, hasbîliğimizin, adanmışlığımızın kendisini bu küçük meselelerde ele verdiğine inanırım. Büyük bir davanın derdini dillendiren bir kişi, küçük bir davada ne yapmaktadır? Büyük bir mesele için hayatını ortaya koymaktan söz eden bir kişi, küçük bir meselede nasıl davranmaktadır? Büyük bir dostluğun özlemini çeken bir kişi, küçük bir sınanma anında dostuna karşı nasıl bir tavır takınmaktadır?

Böylesi sorular eşliğinde, davaların, dertlerin, ideallerin ve dostlukların turnusolu olduğunu düşündüğüm; bu arada özellikle kendi dostluğumu, ideallerimi, adanmışlığımı kendisiyle sınadığım bir ölçü, ‘risk almak’tır.

“Teoride, teori ile pratik arasında bir fark yoktur; ama pratikte, vardır” der bir düşünen adam. İşte, benim açımdan da, ‘teoride’ dostluğun ‘pratikte’ derecesini, risk faktörü belirler.

Çünkü hayat, düz bir çizgide ilerlemez. Gün gelir, yollar çatallanır, bir yol ayrımına gelinir ve iki yoldan birini tercih gerekir, bu seçimin de bir bedeli vardır, bu bedelin ödenmesi gerekir. Kritik yol ayrımlarında, ayaklarımızı aynı anda iki yolda da yürür hale getirme, bir ayağımızı birine, diğerini öbürüne uzatma çabası kolay gibi gelir, çözümmüş gibi gelir; ama çözüm olmaz. Özellikle de bir haksızlık karşısında, böylesi bir sahte denge hali, böylesi bir ‘risk almadan’ kendi evvelki konumunu koruma çabası, bizi geçici olarak rahatlatsa bile, bunun bir bedeli olur ve bu bedel zaman içinde çıkar karşımıza. Evvelki bir yazıda Hucurat sûresindeki ‘kardeşlik’ âyetinin bir önceki âyetle rabıtasından hareketle belirttiğim üzere, bir haksızlık karşısında ‘risk almak’tan sakındığı için tavır alamamanın bedeli kardeşliğin tam anlamıyla tahakkuk edememesi, dostlukların zayıf kalmasıdır.

Ama günümüz dünyasında (ve eskilerin eskimez eserlerini okuduğumuzda anladığımız üzere bütün zamanlarda) kolaylığa meyleder insanoğlu. Risk almadan yaşamak ister. Hem derin dostluklar yaşamak ister, zor zamanında dostunu yanında görmek ister, hem de zor zamanında dostunun yanında olmaktan tedirgin olur, dünya dostunun karşısındaysa dostunun yanında olmaktan çekindiği gibi dostluğunu ifşadan dahi çekinir. Bir tarafta görünmek vefanın veya hakkaniyetin gereği ise ama belli riskleri üstlenmeyi gerektiriyorsa, suskunluğu tercih eder. Yahut, diğerleri gibi taş atmasa da, ‘gül atarak’ durumu kurtarmayı. Oysa, ilgili öyküden malum olduğu üzere, dostun attığı gül, başkalarının attığı taştan daha fazla zedeler dostlukları.

Sevecen olmak kolaydır; yüzünüze solgun bir gülücük takınır, ses tonunuzu yumuşatır, kelimelerinizin kibar ve övgü yüklü olmasını tercih edersiniz, yeter.

Dost görünmek de kolaydır; arada sırada ararsınız dostunuzu, halini hatırını sorarsınız, derin olmayan sularda söyleşirsiniz.

Ama böylesi bir sevecenlik, sevildiğinizi garanti etmez; böylesi bir dostluk, hakikî dostluğu belgelemez.

Hakikî sevgi ve hakikî dostluk, zor zamanlarda çıkar ortaya. Dostu için risk almayı gerektiren durumlarda ortaya çıkar.

Böyle bir anda, “Vefa gavr-ı in’idama çekildi / Tûfan-ı gadr feverana başladı / Kavl ve amel arasında uzun bir mesafe açıldı” diyorsa şair, ortada anılmaya değer bir dostluk hâsıl olmamış demektir.

Dostluk sizin için değerliyse, bunu tesisin yolu, zor zamanında dostunuz için risk almaya razı olabilmenizdir.

Tam ve hakikî dostunuzu tanımak istiyorsanız, bunun da göstergesi, sizin için risk alabilme yeteneğidir.

Ki, zihnimin bu mânâlarla meşgul olduğu bir günde, Necm sûresindeki tek bir kelime takılmıştır zihnime. Sûrenin ikinci âyetindeki, Hz. Peygamberin sahabilerine atıfla tarif edildiği ‘sahibukum,’ yani ‘sahibiniz,’ yani ‘dostunuz,’ ‘arkadaşınız’ kelimesi: “İndiği dem o yıldıza yemin ederim ki, sahibiniz şaşırmadı, azıtmadı ve o hevasından konuşmuyor.”

Hz. Peygamber’in Allah tarafından sahabiye atıfla ‘sahibiniz’ diye, yani ‘sahabilerin arkadaşı’ diye tarif edilmesi, elbette sahabiyi yüceltiyordu. Şanı zaten yüce Habibullah, rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselam’ı değil. Sahabiler, Allah Resûlünün sohbetine katılıp ona ‘sahib,’ yani arkadaş oldukları; ve bu sohbette duydukları hakikate ‘sahip çıkıp,’ bu sahip çıkma uğruna her türlü riski göze aldıklarını, herşeylerini fedaya hazır durdukları için, onların Resûlullah’a arkadaş olmalarına karşılık Resûlullah’ı onların arkadaşı olarak tarif ediyordu Kur’ân.

Ne mutlu sahabilerin birbiri arasında ve Resûlullah’a karşı gösterdiği dostluğun, arkadaşlığın sırrından hissedar olup dostunun hakkı ve hatırı için risk almaya razı olanlara...

  24.11.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut