Arşiv

Sessizlik sır saklamaz

URIAH HEEP, “SESSİZLİK SIR SAKLAMAZ” diyor bir şarkısında. Kalamış’tayız. Aşk yorgunu bir dostumla sohbet ediyoruz. Cep telefonu vızırdayıp duruyor. Sevgilisinden birbiri ardına, mermi gibi, hüzünlü mesajlar. Kaza okları yüreğine saplanan o kocaman adam, acı ve tereddüt içinde kıvranıyor.

Aşk artık gürültücü. Artık aşkın gürültüsünden durulmuyor. Aşkı ruhunda dinlendiren sevgililer yok. Ortalığı telaşa vermek, yakmak, yıkmak, kırmak istiyor aşk. Yok olurken yok etmek istiyor.

Eskinin sessiz ve içli âşıkları nerede şimdi? Aşkını içinde bir ateş gibi gezdiren, “Yaktığımdan daha büyük ateşlerde yandım” diyen o mahzun sevgililer?

Onları çıkardıkları sesten değil, ruhlarının üzerinde gezinen sessizlik hâlesinden tanıyabilirdik. Onlar içe çekilir, içe doğru derinleşir, varoluşun kemikleri yakan ızdırabıyla sarhoş olabilirlerdi. Onlar bu sızıdan hiç uyanmak istemez, bir afyonkeşin mahmurluğuyla “Aşk derdiyle hoşem/ El çek tabib ilacımdan” diyebilirlerdi. Onlar âşıkın asıl derdinin çileyle pişmek, çilede yanmak ve bu çileyle tamamlanmak olduğunu bilirlerdi.

O yüzden, erenler yüzyıllar boyu mum alevinde eriyen pervaneyi âşıka misal verdiler: Yanmazsan olmazsın! Ağlamaz isen, çöle düşmez isen, inlemez isen tamamlanmazsın!

“Mecnun olup çöle düşmeyeceksen/ Ne Leylâ’yı çağır, ne çölü incit” dedi bu toprakların bir türküsü. Çölü incitme! Onun uğruna cefa çekmeyi göze almıyorsan, varlık vadisinde berduşluk etme. Ol ya da öl. Olmak için sefer etmen gerek; kendinden sefer etmekle başla işe, kendi evinden ayrıl ve yola koyul. Belki bir çölü aşman gerekecek, belki yedi vadiden geçeceksin, belki bir dağı delmen istenecek senden. Aşkın bir çabayla sınanacak önce. Ayrılıkla imtihan edileceksin. Ona âyan olan sana, sana âyan olan ona âyan olacak. Aranızdaki sessizlik sır tutmayacak. Eğer aşk ‘sadakatin kapısında köpeklerle birlikte beklemek’se, bundan erinmeyeceksin. Ruhun onu beklemekle dem tutacak. Kendinden ölerek onda olacaksın. Sessizliğin sesiyle. Kuş sürülerini ürkütmeden. Rüzgârla, yağmurla, ırmak ve dağlarla konuşarak yalnızca. “Ben rüzgârım sen ateş/ Seni alevlendiren benim” diye gözyaşında yıkanarak. “Sen uyuduğunda/ Kapanan benim gözlerimdi” diyecek kadar o olacaksın. Aşkın olduracak hem seni, hem onu.

Günümüzün aşkları görünmek istiyor. Kıyıda köşede gizlenmek istemiyor. Bilinmek, ilân edilmek, ses çıkarmak istiyor. Özlemek istemiyor âşık; hemen kavuşmak istiyor. Çet’leşmek, mesajlaşmak, cep telefonuyla onu hep kapsama alanında tutmak, hapsetmek, boğmak istiyor. Aşk beklemeye tahammül etmiyor. Âşık sevmek değil, sevilmek derdinde. Sevilsin, şu karanlık dünyada kendisine bir ışık dehlizi açılsın, bu dünyada sevilmeye değer olduğunu birisi kendisine söylesin istiyor. Yücelmek için yüceltiyor, sevilmek için seviyor. Izdıraba tahammülü yok, yanmaya gelemiyor. Varlığını alevde eriten bir pervane yerine, kandile sitem okları yağdıran bir pervane olmayı yeğliyor. Gürültü yapıyor. “Ne olur beni sev!” diye uluorta bağırıyor. Sessiz bir ağlayışla yapılmadığı için bu çağrı, masum bir yakarı olmadığı için, ötelerden yankı bulmuyor.

Aşk artık sessizliğe katlanamıyor.

Âşık sanıyor ki, ne kadar ses olursa o kadar iyi anlaşacak. Çıkardığı sese karşılık bir ses istiyor. İniltisine bir iniltiyle cevap verilsin istiyor. Oysa o cep telefonu her çaldığında sesler daha bir anlamsızlaşıyor. Hiçbir şey iletmeyen; bir çağrı, bir duygu taşımayan her konuşma, insanı kendi zindanına daha da çok gömüyor. Fazladan sarfedilen her kelime, oluş çabasıyla sınanmamış her söz, sevgiliyi sırlar mağarasına daha çok çekilmeye mecbur ediyor. Fuzulî sözler aramıza sırlardan bir duvar örüyor.

Aşkın işlevi eskilerde perdeleri yırtmak iken, şimdilerde örtülere bürümek. Sevgiliden saklanmak ve kendinden saklanmak.

Oysa âşığın feryadı susuşunda gizlidir. “Ancak söylenemeyen aşk aşktır” diye yazmıştı Blake. O, asırlar öncesinden seslenen Mevlânâ’yı yankılar gibiydi: “Dil, kelimeler pek çok şeyi açıklar; ama aşk, üzerine kelimeler düşmediğinde daha berraktır.”

İnsanların mezar taşlarından ve kitabelerden daha çok bildikleri vehmiyle durmadan konuştukları bir çağda, gökler susuyor.

Ve aşk, yaramaz bir çocuk gibi tepinip yaygara koparıyor günümüzde.

Modern dünya, her türlü tasallut âletiyle, suskun âşıkları bertaraf ediyor. SMS’ler, chat odaları, telefonlar insanın iç uzayını boş yer bırakmamacasına dolduruyor. Sessizlik bütün asaletiyle hayatımızın her cephesinden geri çekiliyor. Ruhumuzun kıyılarını döven ses dalgaları bize ne bir özlem duygusu, ne de bir kavuşma heyecanı bırakıyor. Hız ve gürültü, sonunda aşkın yüzlerce yıllık anlamını da yutuyor.

  18.11.2005

© 2021 karakalem.net, Kemal Sayar

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut