TERBİYE

SEHPANIN ÜSTÜNDE dün geceden kalmış kirli bir bardağı ertesi gün oradan alan insan, o bardağın artık orada kalmaması gerektiğini düşünür. Bardağı alırken “ertesi gün orada bırakmak olmaz” tavrıyla alır.

Başka bir insan ise, o bardağı daha dün gece masanın üstünde bırakmamıştır, çünkü her şeyi işi biter bitmez yerine kaldırır, kullandığı gibi bırakmaz. Onun tavrının sebebi de, işlerini ertelememek veya her zaman temiz ve düzenli bir ortamda yaşamak istemek olabilir..

Diğer bir insan ise, o bardak birkaç gün orada dursa rahatsız olmaz, canı isteyene kadar veya ortalığı toplamaya karar verene kadar bardağı oradan kaldırmayabilir. Onu o bardağı kaldırmaya sevk edecek olan şey, canının o bardağı kaldırmak istememesinin geçmesi veya içinden ortalığı toplaması için bir şevk gelmesi olur çoğu zaman.

Bu üç farklı tipin, aynı işi farklı zamanlarda yapmalarına neden olan şey, alışkanlıklarıdır. Hepsi o şekilde yaşamaya alışmıştır. Biri, ertesi güne bırakmaya, diğeri ertesi güne değil bir sonraki ana bile bırakmamaya, bir diğeri ise o bardağı bir iki gün orada bırakmaya alışmıştır. Ve bu alışkanlıklarının sadece böyle küçük bir işte değil, başka önemli işlerde de etkili olması kuvvetle muhtemeldir.

İnsanların bu farklı tavırlarının alışkanlık haline gelmesi ise tekrardan kaynaklanıyor. Öyle çok tekrar ediliyor ki artık düşünülmeden yapılır hale geliyor. Peki acaba, alışkanlık haline gelen bu gibi şeylerin tekrar edilmesinin sebebleri neler? Yani daha alışkanlık devresine geçmeden önce neden tekrar ediliyorlar?

Bir hikmete binaen olabilir mi? Eğer bir hikmete binaense, birinci kişinin hikmeti “o bardağı ertesi gün kaldırmalıyım, çünkü kaldırmazsam ortam pis olur” mudur? İkinci kişinin ve üçüncü kişinin hikmeti de malum. Biri temizlik ve tertipin her zaman olması gerektiği hikmetine, öteki de temizliğin kendi canının istediği zaman olabileceği hikmetine binaen farklı tavırlar gösterirler.

Bahsettiğim alışkanlıklara benzer birçok alışkanlığın eşimde ve bende çok farklı olduğunu gözlediğimde de epey şaşırmıştım. Ona sorduğumda sahip olduğu alışkanlığa sebep olan hikmetten bahsetmişti. Baktım benim hikmetlerim ise çok farklıydı. Acaba böyle farklı hikmetleri seçip farklı alışkanlıklar edinmemizin nedeni neydi?

Farklı alışkanlıklarımızı bir müddet oldukça garipsedim, hatta yadırgadım. Bazen onun hikmetini haklı buluyor, neden o işi eşimin yaptığı gibi yapmadığıma hayıflanıyordum. Bazen de kendiminkileri haklı buluyordum. Gerçi git gide, birbirimize benzemeye başladık. O bana ben de ona benzer oldum bazı alışanlıklarda ama yine de farklılıkların sebebini merakım dinmemişti.

Aslında çok bildiğimiz bir sebepti. Eşimin annesi bir süreliğine bizi ziyarete geldiğinde o sebebi anlamaya başladım. Kayınvalidemin mutfakta, yemekte, buzdolabında, tertiple düzenle ilgili uygulamaları çok farklıydı, ama çok farklı. Ve aynı eşiminkiler gibiydi. İkisinin alışkanlıkları öyle benziyordu ki, sanki aynı mektepte aynı üstaddan ders almışlardı. Bu benzerlik ilk bakışta acaip geldi bana. Eşim annesini çok severdi ama ona çok bağlı değildi, bu benzerliğin sebebi anormal bir bağlılık da değildi.

Sonra bir ara annem geldiğinde onun alışkanlıklarına baktım. Aman Allahım benim alışkanlıklarım anneminkilerin aynısıydı. Ve gerçekten eşimin ve annesininkilerden ne denli farklıydı. Bunu daha önce hiç görmemiştim. Üstelik ben de anneme bağlı biri değildim, hatta uzun yıllar annemle çatışmış bile sayılabilirdim. Ama anneme korkunç denilebilecek kadar benziyordu alışkanlıklarım. Sanki biz de aynı üstaddan ders almıştık.

Bu şaşkınlıktan sonra insanları ve annelerini incelemeye başladım. Tespitim doğruydu, anneler ve çocuklarının karakterleri ne kadar farklı olursa olsun; biri duygusal öteki akılcı; biri çok atılgan öteki çok çekinik; biri dengeli öteki çok dengesiz olsa dahi yaşayış alışkanlıkları, eşyayla olan muhataplıkları hep aynıydı. Hep aynı. Anne ve çocuk aynı üstaddan ders almamıştı elbette, ama her çocuk annesinden bir üstad gibi hikmet dersleri almıştı.

En ilginci de bu hikmet derslerinin söz ve teoriyle değil, yaşayış ve tekrarla alınıyor olmasıydı. Her çocuk ister istemez, seçme şansı olmadan annesinin verdiği hikmet dersini alıyordu. Belki annesi de ona ne gibi dersler verdiğinin farkında değildi ama bir şekilde veriyordu. Ve biz insanlar buna terbiye diyorduk.

Önceden terbiye bana daha çok verilmesi cihetinden önemli gelirdi. Bu anlamda çocuğumun sorumluluğunu çok yoğun hissederdim. Bunları düşündükten sonra ise, terbiyenin verilebilirliğinden çok alınabilirliğinin dikkate değer olduğunu gördüm. Öyle ki, terbiye verilmeye niyet edilmese bile çocuk tarafından aileden öğrenilen, kopyalanan, taklit edilen her şey çocuğun terbiyesi demekti.

Bu ise, çocuğumdan çok kendimden sorumlu olmam demekti. Çünkü çocuk fıtraten beni üstad kabul ediyordu, beni kopyalayacaktı. Beni görecek, her şeyin her alışkanlığın tanımını ve başlangıcını benimle yapacaktı. Öyle ise çocuğumun terbiyesine kendimden başlamalıydım.

  20.10.2005

© 2021 karakalem.net, Mevlude Meriç



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut