Deyyân-Vehhâb denklemi

HAYATINI VE eserini esmâ-i hüsnâ ile yoğuran, diğer bir deyişle yaşadığı, gördüğü, şahit olduğu herşeyden bir esmâ-i hüsnâ meyvesi devşiren Risale-i Nur müellifi, esmâ tefekküründe tartışmasız bir önceliği olan “Yirmidördüncü Söz”ün daha en başında, isimlerin birbirine bakan pencerelerinden söz eder ve “. . . İsimler birbiri içinde görünüyor” der.

Her bir isim için geçerli olan bu durumun benim nazarımda en aşikâr tezahürlerinden biri, Deyyân ve Vehhâb isimleriyle ilgilidir.

Deyyân ismi, bütün güzel isimlerin sahibi olan Zât-ı Zülcelâl’i ‘borç veren’ olarak tarif eder. Ama, öyle birkaç kere verip bırakma, sonrasında ‘ama tamam artık’ deme türünden bir borç verme değildir bu. Deyyân, ‘borç veren ve borç vermesi sürekli olan, borç vermekten acizlik getirmeyen, bıkmayan, usanmayan’ anlamlarını içerir bir ism-i ilâhîdir.

Ve tam da bu bakımdan, neredeyse Vehhâb ismiyle eş-anlamlıdır. Vehhâb ismi, Zât-ı Zülcelâl’i ‘hibe eden, veren’ olarak tarif eder. Rabb-ı Rahîm, o kadar çok borç verir ki, bu borç verme âdeta hibe etme mesabesindedir; biz bir borcu henüz ödeyememiş iken O bize ihtiyacımıza binaen tekrar verir, tekrar verir.

Peki, durum bu iken, bu ‘verme’ fiilinin ardındaki ism-i ilâhîyi tarif için neden Vehhâb ismi yeterli görülmemiş de, Kadîr-i Zülcelâl bir de Deyyân ismiyle tarif ve tavsif edilmiştir.

Bunu, dünya-ahiret ikiliği ve fena-beka denklemi içinde kavrar insan. Bu dünya fanidir; ve bu dünya hayatı içinde vermesi sürekli olsa bile, Zât-ı Zülcelâl çok hikmetler gereği, özellikle de bütün bu ‘veriş-alış’ların bir devr-i daim makinesinin eseri değil, O’nun irade ve rahmetinin bir tecellisi olduğunu bildirmek için, günün birinde vermemektedir. Nitekim, borç olarak şifayı vermeye ara verdiği gün hastalık, maddî kazanç vermeyi ara verdiği gün maddî açıdan bir darlık, hâfızamıza kuvvet vermeye ara verdiği gün unutkanlık, enerjimize enerji katmaya ara verdiği gün ihtiyarlık, hayatı vermeye ara verdiği gün ise, ölüm kapımızı çalmaktadır.

Açıkçası, Zât-ı Zülcelâl bu dünyada bizi sürekli rızıklandırıyor; bize sürekli hayat, kazanç, imkân, akıl, ilim, şifa, enerji veriyor olmakla birlikte, bu mutlak bir ‘hibe’ şeklinde değildir. Bilakis, bir ‘borç verme’ şeklindedir. Hibe edenin hibe ettiğini geri alması yakışık almaz; ama borç verenin, hele hele biz önceki borçları henüz ödeyemediğimiz halde zaten sürekli borç verip duruyorsa, günün birinde borç vermeyi kesmeye elbette hakkı vardır. İşte, Zât-ı Zülcelâl, Deyyân isminin cilvesiyle, günün birinde ‘borç’ olarak veriyor olduğu donanımların bir kısmını vermeyi kesmekte; özellikle de ‘hayat’ı borç vermeyi kestiği dakikada bu dünyadaki hayatımız nihayete ermektedir.

Bu anlamda, bütün dünyada sahip olduğumuz, üzerimizde görünen herşey O’ndan aldığımız bir borç niteliğindedir; ve bu dünya Deyyân isminin gölgesinde bir ‘fena yurdu’ niteliğindedir.

Diğer bir deyişle, bu dünyada Vehhâb ismi Deyyân isminin gölgesinde ve içerisinde gözükmektedir. Bu dünyada bize verilen hiçbir şey ‘hibe’ olarak verilmemiştir; ‘borç’ olarak verilmemiştir. Ama Rabb-ı Rahîm, ‘borç’ olarak vermedeki süreklilik ile, biz borcumuzu ödeyemediğimiz halde bu dünyada da tekrar tekrar vermeye devam etmesiyle; hayatı, sıhhati, bilgiyi, rızkı, maddî imkânları.. vermekten usanmaması ile, Deyyân isminin gölgesi altında vehhâbiyetini de bize ihsas etmektedir.

Bu yönüyle, bu dünyadaki bütün ism-i Deyyân tecellileri, onun Vehhâb da olduğunu fısıldar bize.

Ve bütün bu tecelliler, şu dersi de taşır âlemimize: Bu fena yurdunda bu kadar çok veren, eğer borcuna sadakat gibi, borcu verenin hakkına hürmet gibi bir ahlâkı şu dünyada gösterirsen, şu fena yurdunda fani hayatın müddetince verdiğini beka yurdunda baki ve ebedî bir hayat içerisinde vermeye de kâdirdir. Öyleyse, sana bıkıp usanmaksızın borç veren Zât-ı Deyyân’ı iyi tanı, O’nun hakkına hürmette kusur etme, borcunu ödemeye güç yetiremediğin halde O’nun tekrar tekrar verişiyle apaçık gördüğün üzere O’nun rahmet ve ihsanını sena et ve O’na ‘borç’ olarak verdiği herşey için teşekkür et!

Ki “Üzerime rahmeti yazdım” buyuran o Zât-ı Zülcelâli ve’l-ikram, Kur’ân’ıyla, ahiret âlemlerinde ebedî bir cennet hayatı vaad eder bu dünyada O’nu bilerek ve rızasını gözeterek yaşayanlara. Böylece, bu dünyada ‘Deyyân’ isminin gölgesi altında, yani ‘borç verme’ sûretinde bize sunduğu bütün ikram ve ihsanlarını (ve daha da fazlasını) öte dünyada ‘hibe etme’ sûretinde bize sunacağını, geri almayacağını bildirir.

Açıkçası, nasıl bu dünyada Vehhâb ismi Deyyân isminin gölgesinde tecelli ediyorsa, ahiret âleminde de Deyyân ismi Vehhâb isminin gölgesinde tecelli edecek; böylece, bu fani dünyada bize verilen ve Vereni bilip şükrünü ifa ettiğimiz bütün nimetler ve ihsanlar bakileşip ebedîleşecektir.

Bütün nimetlere onun ile mazhar olduğumuz hayat başta olmak üzere...

Madem öyle, bu dünyadaki herşeyimizi Deyyân isminin bir cilvesi olarak bilelim ve borcunu bilir bir hal ile hallenelim ki, Rabb-ı Rahîm beka yurdunda bize Vehhâb ismiyle iltifat etsin.

  11.10.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut