Arşiv

 Tutunamayanlar için

AMERİKAN TOPLUMUNDA, iki mutlu olay öncesinde depresyona giren ve hatta intihara teşebbüs eden insan sayısında artış olduğu söylenir. Bu iki mutlu olaydan ilki, o toplum için en önemli dinî bayram hükmündeki, bu geniş ülkenin orasına burasına dağılmış aile fertlerinin hepsinin yıl içinde biraraya gelebildiği tek zaman olarak Noel’dir. Diğeri ise, bir okuldan mezun olan insanların bildiğim kadarıyla genellikle altı yılda bir biraraya geldikleri ‘class reunion’lar.

Bir insanın annesi ve babası ile kardeşleri başta olmak üzere ailesinin diğer fertlerini görecek olmasının depresyon ve hatta intihar sebebi olması, garip bir durumdur elbette. Yıllardır göremediği okul arkadaşlarını görecek olmasından dolayı depresyona girmenin de ilk anda insana mâkul gözüken bir tarafı yoktur.

Ancak, bu olayların yaşandığı toplumun insanların başarılarıyla, başarılarının ise maddî boyuttaki ilerlemelerle ölçüldüğü bir toplum olduğu hesaba katıldığında, bu garip ve gayrimâkul durum, kolaylıkla anlaşılır hale gelir. ‘Başarı’nın belirleyici olduğu bir sosyal zeminde, başarı hedefini tutturamayan, tutunamayan, başaramayan insanların payına düşen şey depresyondur. Noel zamanı demek, annesinin ne zaman adam olacağını soracağı, babasının bir türlü düzgün bir iş tutturamayışından şikâyet edeceği, küçük kardeşinin aldığı yeni araba ve giydiği elbise ile onu ezeceği, kardeşinin, karısının ve çocuklarının gözünün önünde küçük düşeceği zaman demektir. Mezunlar biraraya geldiğinde, okul önüne parketmiş arabaların piyasa fiyatından, üstlerindeki elbisenin veya kollarındaki saatin, hatta kullandığı parfümlerin markasına uzanan bir çizgide insanlar kendilerini ‘başarı’ üzerinden değerli gösterirken, “Eee, senden ne haber dostum?”ların cevabı olarak iyi bir iş, pahalı bir araba, iyi bir evle uzayıp giden bir anlatıma imkân bulamayanların payına düşen kendisini böcek gibi küçük, değersiz ve ezik hissetmektir. Her iki zeminde de insanlar birbirinin durumundan haberdar olmakta; ama bu haberdarlıktan çıkan sonuç ‘başaran’ın egosunu tatmin etmesi, başaramayanın ise kendisini böcek gibi ezik hissetmesi olmaktadır. Birbirinin durumundan haberdar olanların bunu bir değersizleştirme ve ezme gösterisine dönüştürdüğü bir zeminde, biraraya gelindiğinde değersizleşeceğini ve ezileceğini hisseden kişinin payına düşen işte bu yüzden depresyondur. Zira, biraraya gelindiğinde, durumundan muttali olanların şu veya bu şekilde ona yardım elini uzatacakları umudu yoktur.

Yardım eli uzatılmayacaktır; çünkü, içinde yaşanan toplum, başka şeyler kadar, ‘başarı’ya da determinist bir şartlanma içinde bakan bir toplumdur. Bu toplumda üreyip virüs gibi dünyaya ve bu arada ülkemize yayılan ‘başarı’ kitaplarının hepsinin ortak ağızdan söylediği üzere, başarının bir yolu muhakkak vardır. İnsan şunu yapar, bunu ederse kesinkes başarır. Başarmak insanın elindedir. Böyle olunca da, ‘başaramamış’ insanın kendine sık sık söyleyip durduğu söz, “Başaramadığına göre, sende bir problem var oğlum”dur. Kendi arkadaşları, kardeşleri ve hatta anne babasının onun için söylediği şey de farklı değildir: “Başaramamışsa, problem onun kendisinde!”

Başarıyı her hâlükârda insanın eline veren, insana mal eden, belli şeyleri becerenin başarıya muhakkak başarıya ulaşacağını telkin eden determinist bir anlayışın ürettiği sonuç, keskin bir başaranlar-başaramayanlar, tutunanlar-tutunamayanlar ayrımına yol açmasıdır velhasıl. Böylesi bir anlayış içinde ‘başarı’ insanın kendisine mal edildiği için, başarılı olanların kalbinde tutunamayanlara karşı şefkatten eser yoktur. Başarıyı insanın çabasına indirgeyen bu yaklaşım, yüreklerdeki merhameti katletmektedir.

Oysa, hayata kesb-vehb dengesi içinde bakmayı bize öğreten o nefis imanî formülasyonu dikkate alırsak, ‘başarı’ denen şey elbette bir kişisel çaba, yani kesb boyutu içermekle birlikte, tek başına ‘kesbî’ birşey değildir; onun bir vehb boyutu vardır ve asıl belirleyici olan odur. Buna göre, hiçbir çaba göstermeyen bir insan elbette ‘başarı’ya ulaşmamakta; ama bu, aynı şekilde çaba gösteren iki insanın muhakkak aynı sonuca ulaşacağı anlamına da gelmemektedir. Nitekim, harcadığı kişisel çaba aynı olan iki insandan biri ‘başarılı’ olurken diğeri olamayabilmekte; hatta aynı kişi aynı donanımıyla başarı-başarısızlık sarkacında gidip gelebilmektedir. Haydi uç bir örnek verelim: Okulun en parlak öğrencisi olup her sene birincilik alan bir genç kız, tam da üniversite sınavından iki gün önce bir trafik kazasında annesini yitirmişse, kötü geçen sınavından dolayı değersiz görülebilir mi? Gerçek hayat, elinden geleni yapmadığı için kaderin başarısızlığa mahkûm ettiklerinin yanı sıra, yukarıdaki örneğe benzer şekilde, elinden geleni yaptığı halde ‘elinden gelmeyen’ler dolayısıyla başarıya ulaşamayanları da göstermektedir bize. Böylesi gerçek hayat tablolarının verdiği ders ise, başarının son tahlilde insanın elinde olmadığıdır.

Kur’ân, bu yüzden ‘dilediğine hesapsız rızık veren’1 olarak anlatıyor Rabbimizi. Bu yüzden, insanı elindeki maldan darda kalmışın hakkını vermeyi emreden âyetlerin ardından “Şüphesiz Rabbin dilediğinin rızkını genişletir, dilediğine de ölçülü verir” hatırlatması geliyor.2

Açıkçası, Kur’ân’ın bildirdiği, yaşadığımız hayatın da sayısız örneklerle belgelediği üzere, edindiği rızıkta bir bolluk, bir genişleme yaşıyorsa, bu insanın ‘kendi eseri’ değildir. Aynı şekilde, edindiği rızık itibarıyla bir darlık yaşayan insan için de, bunun her hâlükârda ‘kendi eseri’ olduğuna hükmetmek mümkün değildir. Şu dünyada çalışıp kazananlar kadar çalışıp kazanamayanlar, düşünüp başaranlar kadar düşünüp başaramayanlar vardır. Başarı O’ndandır ve o bize ‘başarı’yı başkalarını ezelim diye değil, başkalarına yardım elini uzatalım diye vermektedir.

O halde, bugün O’nun darda kalmış kullarına yardım elini uzatalım ki, merhametine muhtaç olacağımız günde O’nun yardımından mahrum kalmayalım.


Yeni Asya Gazetesi, 19.06.2005

Dipnotlar:

1- Bkz. Âl-i İmran Sûresi, 2:27.

2- Bkz. İsrâ Sûresi, 26-30.

  19.06.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu


Ama

Kayıpları kazanca çevirmek

Korku filmi ne söyler?

Şişeyi taşa çalmak

İmtisal

Şöhret neden riyadır?

Kazananlar, kaybedenler

Yüzler

‘Çırak’ın düşündürdükleri

Ölümün anlamı

Uğursuz bir düşünce: uğursuzluk!

Nereye yönelmeli?

İmanın asgarî şartı

İstenmeyen şahitlikler

Yüz aç adamın huzurunda

İhlâs ve iktisat

Bir haksızlık karşısında

Tektipleşmede son adım

Ne insan bu kadar basit, ne de hayat sıradan

Tutunamayanlar için

İki yanlış arasında

‘İslâm sanatı’nın söylediği

İnsancıl ve tepkisiz

Kırılma noktası

Namaz ve tesettür

Görüntünün iktidarı

Yarına hazır mıyız?

Tesettür karşıtlığı üzerine bir psikanaliz

Firavun sarayındaki mü’min

Dünü ve bugünüyle İstanbul’un söylediği

Öngörüler ve sonra görülenler

Başka bir açıdan Pakistan tecrübesi

Tarih okuyanlar, tarihin canına okuyanlar

‘Kamusal alan’ kimin alanı?

Milliyetçiliklerin milletlere ettiği kötülükler

Anneler, eşler

Sevgi tüketimi

“Bediüzzaman’ı anlamak”, ama nasıl?

Alenîlik

Şehit olsanız bile...

‘Mikro iktidar’ üzerine

Özenmek, imrenmek...

Bir göz hatırı için

Ehakkı ararken

Mâruf ve münker

Mü’minler nasıl kardeş olur?

Fakihlere övgü

Genişlik, derinlik

Yüzleşme noktası

Abdülhakim Murad’ı okurken

Ezber bozmak, oyun bozmak

‘Diyalog’a evet, ama kimlerle?

‘Ene’ üzerine bir hasbihal

Başka bir açıdan toptancılık

Bir bomba, bir Müslümanın elinde ise, ‘İslâmî’ midir?

Diyaloğun adresi!

Fazla mı temiziz sahi?

İçe dönük diyalog

Masumiyet, silâhtan daha güçlüdür

O yağmuru beklerken

Risale-i Nur ve tasavvuf: Doğru sözler, yanlış anlamalar

Risâle-i Nur ve tasavvuf: Hak yolda iki şerit

Söylenmesi doğru olmayan doğrular

Toptancılık kime yarar?

Üzülebilmek

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut