Arşiv

Ben Ressam Olamam

HAYAT DENEN müthiş çığlığı resmetmek mümkün mü..

Ya da ölümün o engin kayboluşunu..

Bir ressam düşlüyorum.

Fırça darbeleriyle anlatsın istiyorum hayatı ve ölümü..

Aynı tuvalin içinde, bir resim yapsın Mona Lisa gibi..

Hem gülen hem ağlayan..

Nereden başlardı acaba?

Hangi renk dilini kullanırdı,

Tüm bunları bir çırpıda anlatabilmek için..

Mesela;

Ölüm için tuvalin karşısına geçsin,

Önce bir ihtiyar resmi çizsin.

Sonra tükenme anı..

Sonra tabut ve mezar..

Sonra çevredeki herşey bir bir yokluğa gömülsün..

En son tablonun tamamını karanlığa boyasın.

Simsiyah bir resim.

Herşeyi yutan bir karadelik gibi..

Sonra, Yeniden hayatı düşlesin..

Yokluğun yok olduğunu..

Önce bir ışık belirsin içinde..

Derken bir tek beyaz nokta kondursun tuvalin ortasına.

Sonra bir tane, bir tane daha..

Her bir isteğinin adını beyaz nokta koysun.

O kadar artsınki beyaz noktalar,

Tabloda beyaz renk hâkim olsun.

Daha doğrusu tablo ilk şeklini alsın..

Hayattan ölüme.. ve ölümden tekrar hayata..

**

Renk nedir..

Ya da neyi ifade eder?

Renklerin dili, yeter mi tüm bunları yüklenmeye?

Güneşten cisimlere,

Oradan da gözümüze çekilen bir fırça darbesi midirler, bilinmez..

Peki, ya güneş yoksa!.

Sadece karanlık..

Bir âmânın renk dünyası gibi..

Gözleri görmeyen birine sordum :

“Mavi nedir, sana neyi ifade ediyor?”.

“Gökyüzü” dedi. Şaşırdım..

“Beyaz nedir?” dedim,

“Gündüz” dedi, ”siyah da gece.”

Hepsi bu!..

Sarı denince aklına yumurta geliyormuş, yani yuvarlak bir şey!.

“Peki, yeşil?” dedim. “Yaprak” dedi.

Cevabı gayet rahat ve berrâktı..

Ve son soruyu o bana sordu;

”Zevkler ve renkler tartışılmaz derler. Ben, tarif de edilmezler diyorum.

Doktor beyim siz söyleyin, renk nedir?! ”

**

Sahi, nedir?..

Güneşin okşamadığı bir nesne,

Giyebilir mi renk elbisesini üzerine?

Obje yoksa, rengi kalır mı ortada?

Varlık sahnesinde boy gösteren ne varsa,

Yuttuğu renk ile değil de, yansıttıklarıyla birlikte anılmıyor mu?

Şu dünya tablosuna nazar edip bakmak gerek..

Mesela bir yaprak, onca rengi kendine mâl ettiği için,

Sadece “yeşil” renkli bir nesne olarak tanımlanmıyor mu?

Yani, güç yetiremediği tek renk olan yeşil ile birlikte..

Ya özünde yokluğun mayalandığı siyaha ne demeli!.

”Bütün renkler benim malım!” iddiasının hazin sonu değil mi,

“Kapkara” kalmak..

Ve hiçbir rengi yansıtamamak.

Güneşe karşı diklenmenin bedelini,

Kor olup yanarak ödemiyor mu kömür?

**

Renkler, söyleyemedikleri şeyleri ifade ediyorlar.

Yani, âcizliklerini..

İçinde herşeyin bulunduğu bir tablo,

Sanırım daha el değmemiş bir tuval olsa gerek..

Güneşe kafa tutmakla, renk elbisesi giyilemiyor.

Güneşe kafa tutmakla ressam da olunamıyor.

Ressam olmak, berrâk olmaktır..

Şeffâflığın ve berrâklığın teminatı olan elmas gibi..

”Hiçbir renge sahip değilim” itirafının biçimlendiği güzelliği kuşanmaktır.

Meziyet, güneşin karşısında her renge sahip olma onurunu elde etme yeteneğidir..

Güzelin güzelliği güzelce yansıtıldığı için de güzelin değeriyle değerlenme şerefidir..

Ve aşk-ı bekâ talebine,

Cenab-ı Bâki canibinden sonsuz “selamlarla” cevap verilmesidir..

**

Hangi ressamın fırçası elmastan..

Boya takımları şeffaftan..

Tablosu elmas gibi arı duru olan?!.

Ezelden gelip ebede uzanamayan bir fırça darbesi,

Hayatı ve ölümü aynı tuvalin içinde gösteremez..

Kendime bakıyorum da, bu konuda hem fakirim hem âciz..

İşte bu yüzden diyorum ki,

Ben ressam olamam..

  12.11.2003

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut