*Bu sayfa, sitemize gelen, sitemizdeki ana sayfaların formatına denk düşmediği için bu sayfalarda değerlendirmediğimiz, ancak paylaşmaya değer bulduğumuz yazıların sunulduğu bir havuz olarak tasarlanmıştır.

 Gelmemiş günlere mektup

Öznur Çolakoğlu Cam

Tepişenler filler oldu, ezilenler çimenler... En çok büyükler kavga etti hep, ve en çok incinenler o zaman da çocuklar ve annelerdi...


Sevgili torunum,

Buralarda herkes, 2004’ü göndermenin telaşında ve yeni ümitler ile yelken açmak istiyorlar yepyeni bir yıla.. Oysa benim yüzüm kızardı, ömrümün ne kadar vefa edeceğini düşündüğümde. Senenin son gününe bir gün kala, “Acaba” dedim kendi kendime, “Acaba bu dünya üzerindeki vadem ne kadar? 80 yaşına kadar yaşar mıyım bilmem ki... Yaşarsam eğer ve bir gün çoluk çocuk sahibi olursam, torunlarıma yaşadıklarımdan neler anlatırdım acaba?

Çocukluğumdaki temiz ve bereketli zamanlar geldi aklıma. Sonra validem ve pederimin bana her gün eskileri yad ederek anlattıkları daha da temiz zamanlar... Gerçekten her geçen gün daha da mı kirleniyor dünya? Ve sizin zamanınıza yetişebilirsem eğer, ben de eskileri hep rahmetle mi anacağım? Yoksa herşeye rağmen sizin ne kadar da şanslı bir nesil olduğunuzdan dem vurup, kendim bile inanmadan sizi mi inandırmaya çalışacağım?

Hiç bilmiyorum ki, zamanın kötüye akışını değiştiren güzellikler gelecek mi bir gün? Yine de zorlayarak zihnimi, sizin için unutulmaz birkaç olayı anlatmak istiyorum. Hepsi de vahşet, hepsi de korkunç...

*

Ruhumu derinden sarsan ilk olay, henüz çocuk yaşlarımda seyrettiğim bir terör olayı idi. Bir insanın ne kadar vahşi olabileceğini öğretmişti bana. Sonra yıllar boyu hep, 12 Eylül darbesinin sancılarını anlatarak büyüttüler beni. Kimilerine lânet okudular, kimilerine rahmet... Lakin ben hep bu gelgitlerde kaldım. Savaşlar bitmedi hiç. Saddam isminde birisi dünyaya meydan okumaya çalıştı. Sonra dünya gücü bir devlet ona meydan okudu. Tepişenler filler oldu, ezilenler çimenler... En çok büyükler kavga etti hep, ve en çok incinenler o zaman da çocuklar ve annelerdi.

Afganistan mı vuruluyordu, yoksa İran mı; tam olarak hatırlamıyorum. Zira o kadar çok yer vardı ki vurulan. Sadece bir-iki fotoğraf karesi var zihnimde o günlere dair. Biri, yağmur gibi yağan kurşunların arasında bir annenin iki koluyla korumaya çalıştığı yavrularının fotoğrafı. Diğeri, babasının sıcak koynuna sığınmaya çalışan korkmuş bir çocuğun gözleri.

İsrail-Filistin hattında yıllarca kan akıttılar. Nice sarsıcı görüntülere yer verdi TV kanalları. Ve bizler sanki kutsal birer emanetmiş gibi alıp sakladık hepsini.

Sonra bir gün, ABD diye bir ülkede 11 Eylül yaşandı. Asıl facia ve barbarlığın gerçek yüzü ondan sonra görünmeye başladı. Önce Afganistan, sonra İran... Yeni sömürge düzeni... Global köy masalları...

Doğal âfetler de bir o kadar çoktu benim zamanımda. Birebir yaşadığım 17 Ağustos depremi ülkemdeki nice mamur yapıyı yerle bir etti; ve biliyor musun sevgili torunum, gene de akıllanmadı insanlar. İngiltere ve Amerika gibi, o zamanlar dünyanın gözdesi olan nice ülkeyi de seller ve fırtınalar vurdu gitti. Onların da çok ders aldıklarını söyleyemem doğrusu. Sonra takvim yaprakları pürtelaş yeni bir yıla kavuşmaya hazırlanırken, müthiş bir depremle daha sarsıldı dünya. Hint Okyanusunda vuku bulan depremle oluşan dev dalgalar yüzbinlerce ölüm bıraktı ardında.

Yine o yıllarda, hiç unutmam, henüz yirmili yaşlarımdaydım, şimdi kullandığımız paralardan altı tane sıfır attılar. Daha ilk duyduğumda pek sevinmiş ve “En azından dünya para platformunda yedi haneli para birimi olan tek ülke olmaktan kurtulacağız” demiştim. O yıllarda kullandığımız TL’ler yerine altı sıfır atılmış YTL’ler kullanmaya başladık. Hatta, gel beraber bakalım eski paralarımıza, oradaki kitaplığın rafından para koleksiyonumu getirir misin benim?

* * *

Ömrümün ilk yarısına dair anlattığım bunca çirkinlikten ruhum sıkılarak, lafı böyle bir noktaya getirip kibarca kıvıracak mıyım acaba? Karnemi vermemek için mızmızlanıp mazeretler mi türeteceğim hiç yok yerlerden...?

Yüzüm kızarıyor sevgili torunlarım, utanıyorum sizin karşınızda hesap verememiş olmaktan dolayı. Yaş seksene gelmiş ne yazar, yaşadıklarımız itibarıyla anlaşılan o ki, bizim kuşaktakiler de pek üstlerine düşenleri yapmamışlar. Üzgünüm gelecek yeni kuşaklar, size verebileceğim, pekiyiler ile dolu bir karnem yok benim. Hani siz bayramlarda ellerinizi uzatıp, mütebessim sûretlerinizle şekerlerinizi istiyorsunuz ya; ben ise, yüzüm kızarmış, ellerim buruşmuş ve biraz da titreyerek uzatıyorum karnemi sizlere.

Öğrencinin Adı: 1980 KUŞAĞI

Karne Veriliş Tarihi: 2060

Yaş: 80

Karne Notu : ZAYIF

  17.02.2005

© 2021 karakalem.net, Öznur Çolakoğlu Cam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut