Arşiv

 Ergenlik sorunları: kurmaca mı, gerçek mi?

İNSANLARIN YETİŞKİNLİĞE ADIM attıkları bir hayat dönemeci olarak tarif edilen ergenlik dönemi, bedensel bazı değişikliklerin yanısıra ruhsal karmaşayla da tanımlanmaktadır. Bu dönemde kişi cinsel açıdan olgunlaşır ve toplum içinde sorumluluk almaya başlar.

Ergenlik dönemi üzerine çok farklı kuramlar, farklı kavramlaştırmalar vardır. Ancak biz bu yazıda ergenlik döneminin kültürel bir okumasını yapmaya çalışacağız. Ergenlik dönemi Batı patentli bir kavram mıdır, yoksa evrensel bir toplumsal kategori midir? Ergenlik bütün toplumlarda ruhsal karmaşa ve stres ile giden bir dönem midir? Ergenliğin sorunlu bir dönem olarak tanımlanmasının ardında ne gibi tarihsel nedenler vardır? Okuyacağınız yazıda bu sorulara cevap aramaya çalışacağız.

Halihazırda Batılı ergenlik fikri çatışmalar ve sıkıntılarla giden bir yaşam dönemini imlemektedir. Tarihçiler bu tür bir düşünme tarzının ondokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başında ortaya çıktığını kaydetmektedirler. Daha önceleri Avrupa’da kendilik (self) fikri, üzerinde durulan bir sorun değildi. İçe bakış ve insanın içsel mücadeleler yaşaması, kişinin kendisine ait bir farkındalığa ulaşması için zarurî addedilmiyordu. Kişinin kendiliğini sağlayan şey, daha ziyade, toplum ve iş hayatında tuttuğu yer ile ilgiliydi. Kendiliğin dış ortamdan soyulması ve onun mahrem ve içsel bir uzayla temsil edilmesi fikri, modern zamanlara denk düşmektedir.

Bu değişiklikle birlikte toplumsal dünyanın kavramsallaştırılmasındaki birlik fikri de bir kırılmaya uğramış oldu. İnsanlar artık kendilerini varlığı oluşturan büyük halkanın bir parçası olarak görmekten çok münferit varlıklar olarak göreceklerdir. Batıda ailenin çözülmesinin yanısıra bağımsız iş imkânlarının da çoğalması, bu tekilleşmeyi pekiştirecek ve insanın kendiliğine ilişkin tanımları değiştirecektir. İşte bu dönemde, psikolojik açıdan ayırd edici vasıfları haiz olmayan ergenlik yeni bir tanıma kavuşacak ve yetişkinlerin üzerine titremelerinin gerektiği; kararsızlık, içe dönüklük, incinebilirlik vb. özelliklerle giden sorunlu bir yaşam safhası olarak yeniden tanımlanacaktır.

Viktoryen dönem öncesinde sosyo-ekonomik olarak ebeveynlerine bağımlı olan ergenin az fakat belirlenmiş sorumlulukları vardı. Bir eş veya iş seçemezlerdi, geçimlerini temin edecek bir işte çalışsalar bile parayı kendileri kontrol edemezlerdi ve yetişkin rollerine anne babaları tarafından hazırlanırlardı. Yirminci yüzyılla birlikte ergen kişilerin okul hayatı dışında pek az bir sorumlulukları oldu; aileleriyle birlikte yaşasalar ve ekonomik açıdan onlara bağımlı olsalar bile, eş ve iş seçiminde görece bağımsız bir konuma geldiler. Bütün bunlarla birlikte, aile ekonomik olarak kendine yeter bir birim olmaktan çıktı, çocuk ve ergenler para kazanıp bağımsız yaşam sürebilecek bireyler olarak görülmeye başlandı, toplumsal yaşamın yerini büyük ölçüde kendi içine kapanık, izole bir aile yaşantısı aldı. Geçmiş yüzyılların aksine, kişinin evden ayrılma yaşı okul vb. nedenlerle büyüdü.

Toplumdaki ideolojik uzlaşmanın kaybı ve giderek artan sekülerizasyon, bu yeni gelişmelerle ortaya çıkan sorunları altetmekte kullanabilecekleri geleneksel dinî ve manevî sembolleri ergenlerin elinden aldı. Kriz ve çatışmaları çözmekte o güne kadar işe yarayan bu semboller yerlerini kapitalist dünyanın istek ve beklentilerine bıraktılar. Batı toplumunda ondokuzuncu yüzyıl sonundan itibaren başlayan sanayileşme, şehirleşme ve nüfus büyümesi; ergenlik ile patolojinin yan yana gelmesine de sebep oldu. Sanayileşmiş-kapitalist toplumun gerekleri, çocuk ve ergenleri yetişkin rollerine hazırlamak için daha uzun sürelerde okullarda tutmaktaydı. Zorunlu eğitimin yaygınlaşmasıyla birlikte okul dönemleri uzadı. Böylece çocuk ve gençlerin hem aile ortamından, hem de iş yaşantısından yalıtıldıkları ayrı bir yaşam dönemi ortaya çıkmış oldu. İşte bu yeni dönem de farklı bakış açıları, beklentileri, çatışmaları olan ve topluma uyum sağlamakta zorluk çeken bir grup yarattı.

Bu grubu kapitalist dönüşüm ortaya çıkarmıştı ve onun pazar değerini farkedenler de yine kapitalistler oldu. Bu yaş dönemindeki insanlar eğlence pazarının tüketicileri yapılarak yönlendirildiler. Ergenler böylece kapitalist dönüşümün hem ürünü hem de kurbanı oldular. Geleneksel yapının çözülmeye uğraması, onları sorunlarla baş edecek imkânlardan mahrum bıraktığı gibi, üzerlerine ‘psikolojik açıdan sorunlu’ ibaresini iliştirdi.

Ünlü antropolog Margaret Mead’in çalışmaları, Samoa yerlilerinde yetişkinliğe geçiş dönemi anlamında bir ergenlik döneminin olduğunu, ancak bunun Batıdaki gibi sorunlu ve sıkıntılı bir dönem olmadığını göstermektedir. Üstelik, Samoa ahalisi için ergenlik dönemi yaşamın en keyifli dönemlerinden biridir: Bu dönemde yetişkinlere mahsus sorumluluklar henüz üstlenilmemiştir ve ergen, yaşamdan tad almakta alabildiğine özgürdür.

Aslında modernlik öncesi Avrupa’da da ergen sorunlu bir birey değildir. Erkekler için çıraklık eğitimi, kızlar için ev ve el işleri onları yetişkin rollerine hazırlamaktadır. Toplum genç insanları okullarla kendi bünyesinden uzaklaştırmamaktadır, böylece ergenler toplum içinde yeni deneyimler edinerek yetişkin yaşamına hazırlanabilmektedirler. Çıraklık, kalfalık gibi gayriresmî eğitimler ergen kişinin yetişkin kültürüne katılmasını kolaylaştırıcı işlevleriyle dikkat çekmektedirler.

Söylediklerimizi derleyip toparlarsak: Sanayi kapitalizmiyle gelen toplumsal dönüşüm, çocukluktan yetişkinliğe doğru yumuşak geçişin önünü kesmiştir. Aile toplumsal rehberlik alanında ve çocukların ruh dünyalarının şekillenmesinde giderek daha az belirleyici olmuş ve görevlerini kısmen okullara devretmiştir. Okulların oluşturulması ve eğitim standartlarının belirlenmesi, toplumsal açıdan ve zeka açısından daha avantajsız konumda bulunan ergenlerde psikolojik sorunlar doğurmuştur. Okulda rekabet ve müstakbel işler için girişilen kıyasıya yarışma, neredeyse tüm ergenlerde sıkıntı yaratmaktadır. Bağımsızlık, otonomi ve bireysel başarıya vurgu yapan bir ethos oluşturulmuştur. Kapitalizm kültürü genç insanların bedenlerinden toplumsal amaç ve kişisel kimliklerine dek pek çok şeye biçim vermektedir. Bireycilik, sanayi öncesi toplumlarının topluma dönük, cemaat temelli kişilik yapısının yerini almıştır. Nesnelerin anlamı albenileri ve para değerleriyle ölçülmeye başlanmış, tamahkârlık yüceltilmiştir. İnsan bedeni, albenisi ve görüntüsü değiştirilebilir bir meta olarak öne çıkarılmıştır. Beden kişisel kimliğin ve genç insanın kendisine verdiği değerin bir ölçüsü yapılmıştır.

Aynı zamanda, ahlâkî buyruk ve kısıtlamalar aileden ve ait oldukları dinî/manevî kökenden koparılmış, daha fazla kaygan ve daha az bağlayıcı kılınmışlardır. Karmaşık kuralların, birbiriyle çatışan değerlerin ve iştah açıcı birçok uyaranın varlığında kişinin kendine yeter ve ahlâklı bir benlik (self) geliştirmesi elbette zordur ve bu da, genç insanlarda, davranış ve kimlik konusunda sorunlara yol açmaktadır. Sekülerize toplumda tabiatüstü varlık alanı tamamen değersizleştirilmiş, manevî kuvvetlerin gündelik hayata müdahale etmesine geçit verilmemiştir. İşte bu yüzden, manevî unsurlar, genç insanların davranış ve kişisel kimliğe dönük çatışma ve sorunlarını aşmasına pek az yardımcı olabilmektedir. Toplumsal kimlik ise artık açık biçimde tanımlanmış ve edinilmesi kolay bir kimlik değildir, daha ziyade karmaşık ve çok boyutlu ve elbette edinilmesi hayli sorunlu bir kimliktir.

Ergenlik döneminin sorunları, büyük ölçüde, gençlerin onları çevreleyen toplumla bütünleşmekten alıkonulmalarıyla ilgilidir. Kendi kişiliklerini geliştirebilecekleri doğal ortamlardan koparılan ve toplum bünyesinden uzaklaştırılan genç insanlar, bir de okul ortamının rekabetçi ve yarışmayı özendirici yapısıyla karşılaştıklarında, sorunlar katmerlenmektedir. Genç kişi yetişkinliğe doğru evrilirken bir saldırganlık duygusunu da içinde büyütür. Önemli olan, genç insana kendini ifade imkânları tanıyarak bu saldırganlığın olumlu bir mecraya akıtılmasıdır. Oysa okullardaki rekabetçi yapı bu saldırganlık duygusunu patolojik mecralara yöneltmektedir.

  17.02.2005

© 2021 karakalem.net, Kemal Sayar

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut