Arşiv

 Hayata savaş açamayız

DIŞARIDAKİLER İÇERİDEKİLERİ, kenardakiler merkezdekileri, aylaklar iş-güç sahiplerini ürkütür. Fiziksel olarak tehlikeli olmasalar da farklıdırlar ve bu yüzden bir tehdit olarak algılanırlar. Normalin standardı olarak kendimizi tanımladığımız, normalliği kendi hayat tarzlarımızı mihver alarak kurguladığımız sürece farklı ve ayrıksı olandan ürkeriz. Alternatif bir dünyanın var olabileceğini kabullenmek, kendi dünya görüşümüzün geçerliliğini iptal etmek anlamına gelebilir diye korkarız. Oysa, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da konuşan bir Alman psikiyatrın dediği gibi, “Bir toplumun vitrini, onun zayıf ve farklı insanlarıdır. Bir toplumun ne olduğunu bu insanlarla başa çıkma biçimine bakarak anlayabilirsiniz.”

Dışarıdakileri nasıl tanımlıyor olduğumuz, kendimizi nasıl tanımladığımızı gösterir. Eğer kendi insanlığımızı vurgulamak için bizden farklı olanı gayriinsanî bir sahaya itiyor, kendi değer ve biricikliğimizi onun değersizlik ve sıradanlığında buluyorsak, sahte bir bilince tutunmuşuz demektir. Dışarıdaki bize gereklidir: O bizim varlığımıza sinen paranoyayı meşru kılar, korkularımızı teyid eder ve dogmalarımızı, o dogmaları ilelebed savunmak için inşa ettiğimiz muhteşem ideoloji sığınaklarını haklılaştırır. Kurulu düzene bütün meydan okumalar onun şahsında tecessüm eder ve biz buhran zamanlarında taşlayacak bir şeytan aradığımızda hiç zorlanmayız. Onda eksik olarak gördüğümüz şeyi kendi adımıza üstünlük olarak tanımlarız.

Bir vakitler İngiltere’ye gelen göçmenler yıkanır ve muayene edilirlermiş. Bu toprakların gerçek sahipleri olduklarına inananlar da, dışarıdakileri, yani o hep küçültme sigasıyla telaffuz edilen ‘halk’ı, köylüleri yıkamak, dezenfekte etmek isterler. Onların biraraya gelip de meselâ imam-hatip okullarında, Kur’ân kurslarında temerküz etmeleri canlarını sıkar. Halbuki statükonun en kuvvetli deterjanlarıyla yıkanmaları, tez elden ‘zalimle özdeşleşen mazlumlar’ haline getirilmeleri gereklidir onların. ABD’de ırkçılık, teorik açılımına köleliğin biteyazdığı yıllarda kavuşmuştu, hâkeza Avrupa’da ırkçılık göçmenler ülke vatandaşlığına geçmeye başladığında patlak verdi.

Kenar merkeze, dışarı içeriye doğru büküldüğünde çıkar sorun; halk vatandaş olmaya niyetlendiğinde, sofrada kendisine de bir yer açılmasını istediğinde. (Hatırlayınız: “Halk plaja hücum etti, vatandaş denize giremedi.”) O kenardakiler olmasa biz akça pakça insanlar olacaktık, memleketimiz geri kalmayacaktı, paramızın başına bu haller gelmeyecekti, yedi düveli düşman bellemeyecektik.

Ötekinin bizim kendi icadımız olduğunu, kendi beceriksizlik ve sahtekârlıklarımızı ona ‘yansıtarak’ rahatladığımızı, onu bir stres topu ya da bir günah keçisi olarak kullanmanın bize iyi geldiğini kabul edelim artık. Bizden farklı olanın adı, yaşadığımız ülkede çoktan konmuştur: Kılığı, kıyafeti, saç ve sakal tıraşı, velhasıl dış görünüşüyle bize benzemeyen, kafasının içinde bizim dünya tasavvurumuzdan farklı fikirler taşıyan o, iç düşmanın ta kendisidir.

Toplumsal sistemler buhran zamanları dışında durağanlıkla maluldürler, alternatif gerçeklikleri aramazlar. Çünkü ucundan kıyısından soru sormaya başlamak, hakikatin bambaşka bir yerde olabileceğini kabul edebilmek demektir. Bütün bir sistem bu sorularla anlamsızlaşabilir, rahatlığına alışılmış mevziler kaybedilebilir. Oysa belirsizlik endişe, belirlilik emniyet verir. Bir iç düşmandan söz edilmeye başlandığında bazı soruların sorulması da birden vatan hainliğine eş tutulur. Yurtseverlik başat ideolojinin hasislikle kendisine sakladığı bir meta oluverir. Herşeyin önceden tanımlandığı gibi sürmesi, taşların yerinden oynatılmaması istenir. Tarih, yerinden kımıldadığında, karşısında çatık kaşlıları bulur.

Yaşadığımız ülkenin insanları bir anomi felâketinden kaçmaya çalışıyor, yeryüzündeki varlıklarına bir anlam katmaya çalışıyorlar oysa. Nedir anomi? Bir ansiklopedi, AnaBritannica derli toplu bir tanım konusunda bize yardımcı olabilir:

“Toplumda ya da bireyde, ölçü ve değerlerin çökmesi ya da amaç ve ülkü yoksunluğunda oluşan dengesizlik durumu. Toplumsal bir sistem anomi durumunda olduğunda, ortak değerler ve anlamlar ne eskisi kadar anlaşılıp benimseniyor, ne de onların yerine yeni değerler ve anlamlar konulabiliyor demektir. Böyle bir toplumda birçok birey, işe yaramazlık duygusu, amaçsızlık, duygusal boşluk ve umutsuzlukla tanımlanan bir psikolojik duruma itilir. Herhangi birşey için çaba göstermek artık yararsız sayılır; çünkü ne için çaba göstermek gerektiğinin kabul edilmiş bir tanımı yoktur. Psikolojik bağlamda anomi, hiçbir ölçüsü, süreklilik duygusu ya da yükümlülüğü olmayan ve bütün toplumsal bağlarını yadsıyan bireyin ruh durumunu belirtir. Bireyler, topluluğun önderlerinin onların gereksinmelerine aldırmadığını, toplumun gittiği yönün belirsiz olduğunu, toplumda düzensizliğin hüküm sürdüğünü ve artık kimsenin amaçlarının gerçekleşemediğini düşünürler. Kendilerinin bir işe yaramadığı duygusuna, dostlarının dayanışmasına da güvenemeyecekleri inancına kapılabilirler.”

Türkiye’de suç oranının artmasında ve giderek bir salgın halini alan intiharlarda bu değer ve ölçü kaybının ayak izlerine rastlamak her zaman mümkündür. Her birimiz dünyadaki varoluşumuzu şu ya da bu biçimde anlamlandıracak bir cevap, yaşadığımız uçurum varoluşunda tutunacak bir dal, fırtınalardan sığınacak bir iklim ararız. Bu hayattır, ve aslolandır. Aziz usta Laing’e kulak verelim:

“Eğer kendimizi yok etmeyi durdurabilirsek, başkalarını yok etmeyi de durdurabiliriz. Kendimizi körlemesine onunla yok etmektense, şiddetimizi itiraf ve hatta kabul ederek başlamalıyız. Bununla farkına varmalıyız ki, yaşamaktan ve sevmekten, ölmekten korktuğumuz gibi derin bir korkuyla korkuyoruz.”

Yaşamaktan ve sevmekten derin bir korkuyla korksak da, aslolan hayattır. Hayata karşı savaş açamayız. Baharda tomurcuklanan ağaca savaş açamayız, bir delikanlının kıpırtılı yüreğine, serinleten yağmura ve ısıtan güneşe karşı savaş açamayız. Ve insanların iç dünyalarına savaş açamayız, onun mucizesi oradadır, her birinin diğerinden farklı oluşunda... ‘Şükür ki insandan insana fark var.’

  17.02.2005

© 2021 karakalem.net, Kemal Sayar

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut