Arşiv

 Bana bayılıyorum!

BUGÜNLERDE, ÂŞIKSANIZ, BİR mega aşk yaşıyor olmalısınız. Sanırız en sevdiğiniz TV programları ‘süper’ veya ‘mega’ bir programdır. Hipermarketten alışveriş yapıp eve döndüğünüzde onlarca kanalın arasından Radyo Mega veya Süper FM’i bulur ve yorgunluk atarsınız. Ola ki, radyoda “Süper Babaanne” adlı parça çalıyordur. Türkiye’nin bir numarası olduğunu söyleyen gazetenizden o günlerde bir ‘mega show’un başladığını öğrenirsiniz. Türkiye’nin en birinci kanalı olduğunu söyleyen TV kanalınızdan süperstarların video kliplerini izlerken, ‘vovv’ dersiniz “Süper değil, ultra.. hatta mega!”

Rivayet olunur ki, Narcissus bir gün dere tepe gezerken susamış. Bir su birikintisi bulup da içmek için eğilince ne görsün! Suda güzel mi güzel bir yüz kendisine bakıyormuş. Narcissus o güzel yüze âşık olmuş. Ama aslında gördüğü yüz kendi yüzünün sudaki yansımasıymış. Ve aradan uzun zaman geçmiş. Günlerden bir gün, Sigmund Freud diye bir doktor çıkmış ve ferman buyurmuş: “Kim ki bundan sonra kendisine sevdalana, ona Narcissus’un takipçisi dene!” O gün bugündür, kendisini pek sevenlere ‘narsisist’ denilir olmuş.

Süper, hiper, ultra, mega... Bu sözcüklerin hepsi bir büyüklük, bir üstünlük ifade ediyor. Dilimize son yıllarda iyiden iyiye yerleşen bu sözcükler hangi toplumsal yaramıza denk düşüyor peki? Buna verilecek ilk cevap, herhalde, milletçe böbürlenmeye pek meraklı olduğumuzdur. Kendimizi dev aynasında görmek nedense pek hoşumuza gider. Andığımız ithal sözcükleri belki de bu yüzden bu kadar kolay benimseyebildik. Okuduğumuz, seyrettiğimiz, dinlediğimiz şeylerin ‘mega’ olması bizim de seçilmiş ve üstün birisi olduğumuzu hissettiriyor olmalı. Bu yalnızca bireylerin hissettiği bir duygu olarak da kalmıyor. ‘Adriyatik’ten Çin Seddine’ ve benzeri şişinmelerle, neredeyse hepimiz, Türkiye’nin evrenin merkezi olduğunda hemfikiriz. Aslında devletimiz pek güçlü de, çekemeyenler var. Aslında biz herşeyi yapabilecek güçteyiz de... Hem zaten en güzel veya en yakışıklı başbakan bizde, üstelik koskoca ABD başkanı onu kıskanıyor.

Bütün bunlar kendimizi biraz daha iyi hissetmek için uydurduğumuz yalanlar mı? Ekonomik buhranlar içinde çırpınan Türkiye toplumu, mutsuzluğa karşı koymak için kendisini haşhaşa mı alıştırıyor? Daha çok mutsuzluk, daha çok yalan...

Bu kadarla kalsa yine iyiydi. Asıl sorun daha derinlerde gözüküyor. Kasılan, şişinen, böbürlenen Türkiye, kendi yansımasına sevdalanan Narcissus’u andırıyor. Türkiye hastalıklı bir narsisizmin kucağında: Aynalardan, güzelliğini onaylamasını bekliyor.

Psikiyatri uzmanları narsisizmi ikiye ayırıyorlar: sağlıklı ve hastalıklı. Sağlıklı narsisizm denilince, bireyin kendisini sevmesinin gerçekle mütekabiliyet taşıdığı, onun başka insanlarla olan ilişkisini aksatmadığı bir durum kastediliyor. Oysa hastalıklı narsisizmde kişi eleştiriye açık değildir, bütün ilgisi kendisine dönük olduğu için diğer insanlara pek az teveccüh gösterir, pohpohlanmadığı zaman küskün ve kavgalıdır. En önemlisi de, kendisine âşık olanlar, aslında kendilerini hiç sevmeyen kimselerdir. Derinlerde yatan bir aşağılık ve değersizlik duygusu vardır. Bu duyguyla başetmek için onun tam tersi bir duygu geliştirerek benliklerini korurlar.

Uluslararası futbol karşılaşmalarında alınan başarılar eğer bir millî karnavala dönüşüyor, haftalarca böbürlenmekten kendimizi alamıyorsak, herhalde bunun nedeni derinlerde yatan o değersizlik ve aşağılık duygusu olmalıdır.

En birinci kanal benim kanalım. En lider gazeteyi ben okuyorum. En süper şarkıcıyı ben dinliyorum. Çünkü ben de en iyiyim.

Ama yok... O kadar da iyi değilim. Belki de hiç iyi değilim. Türkiye vatandaşıyım. Galiba o da kendisini pek iyi hissetmiyor.

  17.02.2005

© 2021 karakalem.net, Kemal Sayar

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut