Arşiv

 Güneşin altında

SÖYLENMEMİŞ HİÇBİR ŞEY YOKTUR. Halbuki biz insanlar tuhaf bir beklentiyle yaşarız hayatlarımızı. Sanki biz hiç ölmeyeceğiz ve sanki her gün yeni birşeyler duyup yepyeni yaşantılara kucak açacağız. Kişisel tarihimizi yapan onlarca ayrıntıyı ne kadar da kolay çıkarıveririz gözden. Sanki onları yaşayan biz değilizdir, sanki hayatımızın farklı evrelerinde farklı insanlar yaşamıştır. Aslolan şimdiki zamandır. İnsanın bu dünyadaki varoluşunu tanımlarken, trajik unutkanlığını da hesaba katmak gerekiyor.

Unutmak bizi herşeyin geçici olduğu hissinden koruyor. Sanki biz her an yeryüzüyle yeni tanışıyoruzdur, dolayısıyla hiçbir şeyi arkada bırakmış sayılmayız. Unutmak insanın hayatından bilgece bir ders çıkarmasının önüne geçer, onun hayatını rastgele biraraya gelmiş yaşantılar yumağından ibaret kılar.

İnsan, hayatını ne kadar ‘hızlı’ yaşarsa, kendisini geçmişine bağlayan ilmikleri o kadar kolay söker atar. Hızlı yaşamak modern dünyanın ritmine ayak uydurmak demektir. Çoğumuz işlerimize belirli saatlerde ve çoğunlukla motorlu taşıtları kullanarak gideriz. Gözlerimizin gördüğü dünya bize sürekli değişen görüntüler sunar. Görüntüler âdeta akar ve bu akış içerisinde biz daima birşeylere geç kaldığımız yahut yetişemeyeceğimiz hissine kapılırız. Modern dünyanın kandırmacası da budur işte: herşeye yetişmek isterken hiçbir şeye yetişememek, herşeye sahip olmak isterken aslında hiçbir şeye sahip olmamak...

Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Film Festivali’nde Baraka adlı bir film izlemiştim. Sözcük, bizim bildiğimiz ‘bereket’ sözcüğünün karşılığı olarak filme isim olmuştu. Beş yılda dünyanın çok çeşitli yörelerinde çekilmiş olan bu filmde konuşma yoktu. İlk yarıda ibadetgâhlarda geziyor ve insanın esenlik arayışına tanık oluyor, ikinci yarıda insanın hem kendisine hem de tabiata verdiği zarar ziyanı görüyorduk. Film, benim anladığım kadarıyla, izleyenleri modern hayat tarzını sorgulamaya ve dinlerin sunduğu esenliğe yönelmeye çağırıyordu. Yönetmenin bir buluşu doğrusu oldukça etkileyiciydi: Kalabalık bir kavşakta ya da bir metro istasyonunda insanlar telaş içinde oraya buraya koşuştururlarken birden görüntüler hızlandırılıyor, o koşturmacaları daha hızlı biçimlerde izlemek insanda bir karınca sürüsünü gözlediği hissini uyandırıyordu. Hız arttıkça koşturmacalar anlamsızlaşıyor, kişileri iradesinden soyarak bir sürüye malediyordu.

Gündelik hayatımızı bir film şeridi gibi geriye sarma ya da hızlandırma şansımız yok. Ama büsbütün de talihsiz değiliz. Hız kesip kulvarın dışına çıkmak ya da hatırlamak her zaman mümkün.

Asrî zamanlar insanı tarihsizleştirdi. İnsan belleği hiçbir zamanda olmadığı kadar unutuşla sakatlandı. Dirilerin ölülerle birlikte yaşadığı şehirler zaman şuurundan ve gönül coğrafyalarından silindi. Müslüman saati tekledi.

Derken Ramazan geldi. Ölüm denen o eşsiz ülkeye bir gün bizim de ayak basacağımız hakikati içimizde kımıldadı. Saatler Müslüman saatine ayarlandı. Bellekler tazelendi, bedenlerimizin görüntülere ayarlı hızı kesildi. Hatırlayışın ruha sevinç ve saadet yayan esintisi inanan insanları bir rahmet rüzgârı halinde sardı. Unutuş, bir aylığına bile olsa, penceresini kapattı.

  17.02.2005

© 2021 karakalem.net, Kemal Sayar

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut