Okumalar

İki Yanlış, Bir Doğru

NEREDEYSE YİRMİ yıldan beri gücünün yettiğince kalemiyle cihada cehdeden biri olarak kendi hayatımda tecrübe ettiğim bir vâkıa var. Üstelik, bu vâkıanın, benim gibi kalemiyle cihada cehdeden başkaca insanların önemli kısmının hayatında da geçerli olduğunu gözlemliyorum. Kalemiyle cihad çabası içinde bir sınır çizgisinde duran, ayakları iman dairesinde durur vaziyette ehl-i gaflete ve hatta ehl-i inkâra iman hakikatlerini seslendirmeye çalışan, bu arada 'mukteza-yı hale mutabık' beliğ bir söz söylemek için sözkonusu haricî daireye nazar etme durumunda olan insanlar olarak, bir 'aşınma' riskiyle de yüzyüze bulunuyoruz. Sınır çizgisinde durmak, bir yönüyle, elbette muazzam bir imkân barındırıyor. İmana karşı hariçten gelecek tecavüzata set çekmek gibi, o an hariçte olup hakkı arayan insanların iman dairesine geçişine vesile olmak gibi hayırlı ve hakikatli hizmetleri mümkün kılan bu durum, öte yandan hariçten gelecek oklarla aklen ve kalben yaralanıp manen kan kaybetme gibi riskler de barındırıyor.

Biraz açmamız gerekirse, iman davetçisi bir yayın faaliyetine teşebbüs ettiğinizde, veyahut dinleyicilerinin 'zaten inananlar'dan ibaret olmadığı ortamlarda konuşup insanları imana davet çabasına girdiğinizde, öncelikle, sizi sarsan, zorlayan, ilk anda cevap bulmakta zorlandığınız, yahut aklınız mukabele etse de nefsinizin yenik düştüğü sorular ve fikirlerle yüzyüze gelebiliyorsunuz. Bu, aşılabildiğinde, insanı terakki ettiren, basamak atlatan bir durum elbette; ama, 'aşılamaması'nın da mümkün olması itibarıyla, bir risk de barındırıyor. Aynı şekilde, davetin yöneldiği muhatap kitlenin el'an sürdürdüğü gayriimanî yaşayışın sizin iç dünyanızı, bilhassa hislerinizi yaralaması da pekâlâ mümkün oluyor. Meselâ, muhatabınızın sizin giyiminize göre kalitesi ve güzelliği apaçık ortada giyim tarzından bindiği arabaya, evinin özenli döşeminden oturduğu semtin 'statü'süne, kullandığı dilden yediği yemeğe.. bir dizi unsur, kendisine 'uhrâ'yı hatırlatmaya çalıştığınız kişilerden 'dünya'yı hatırlatıcı bir yan-etkiyle yüzyüze gelmenize yol açabiliyor. Bu meyanda, 'davet' niyetiyle yola çıkan birçok kişi, özellikle şöhret ve karşı cinsin cazibesi yüzünden son derece ciddi yaralanmalar da yaşayabiliyor.

Biraz daha basitleştirmemiz gerekirse, meselâ, iman dairesine gelecek tecavüzleri tesbit edip set çekmek ve iman dairesi haricindeki 'arayanlar'a bir yol ve ışık sunmak üzere sınır çizgisinde duran kişiler olarak, sırf bu iki kasdla meselâ gazeteleri, dergileri, haberleri takip ederken, bir dizi küfrî fikir ve özellikle de görüntü, sizi yaralıyor! Bir katalogda imana davet eden derginizi daha cazip kılacak resimler ararken, sizi manen inciten resimlerle de karşılaşabiliyorsunuz. Bir üniversite ortamında bir tartışma grubu içinde bir meseleyi müzakere ederken, karşı cinsten birinin bakışlarından olumsuz yönde etkilenebiliyorsunuz.

Sözüyle veya kalemiyle iman davetinde bulunmaya çalışan, Allah yolunda cihadı bu zamanda 'cihad-ı manevî' suretinde yapmaya cehdeden hemen herkesin—kişilerin iman, takva ve amel-i salih noktasında durumuna binaen eşit derecede olmasa dahi—bu durumdan etkilendiğini hissediyorum. En azından kendi hayatım itibarıyla konuşursam, kendimi, 'pek etkilenmediğimi' söyleyecek durumda hissetmiyorum.

Ki, ehl-i iman dairesi içinde, vâkıanın yalnız bu tarafına bakıp haricî daireye yönelik hizmetleri ihmal edip içine kapanan, bu arada harice yönelik vazife ve hizmete binaen sınır çizgisinde 'cihad-ı manevî'ye çalışanları hor ve hatta aldanmış gören bir yaklaşımla yüzyüze gelebiliyoruz. Sonuçta, sınır çizgisinde olmanın getirdiği 'risk'ten dolayı yine sınır çizgisinde olmakla gerçekleşen hizmet imkânından sarf-ı nazar edildiğine şahit olabiliyoruz.

Oysa, bu iki yaklaşımın sonuç itibarıyla geldiği noktaya baktığımızda, iman daveti yolunda, 'arayanlar'ın iman dairesine dahil olmaları yolunda, keza hariçten gelen tecavüzata mania ve set teşkil etme yolunda, sözkonusu 'risk'i üstlenenlerin daha muvaffak olduğunu görüyoruz. Hariçten gelen riskten sakınma uğruna içe kapanan gruplar, sonuç itibarıyla, bir 'kapalı dil' ve kapalı bir ilişkiler ağı ile yüzyüze geliyor, hariçte olup biteni doğru yorumlayamayıp safdilâne icraatlar sergileyebiliyor, hariçte olanın durumunu lâyıkınca tesbit edip 'mukteza-yı hale mutabık' davranamadığı için 'cihad-ı manevî' sahasında pek de müessir olamıyor.

Buna mukabil, bir kez daha belirtelim, 'sınır çizgisi'nde duranlar, bu yönde daha muvaffak da olsalar, sözkonusu yaralanmalar yüzünden az-çok darbe alabiliyorlar.

Şahsen, yirmi küsur seneden beri, yüzü enfüse dönük olan kişi ve grupların harice yönelik hizmette yoğunlaşanları hafif gördüğüne, 'aşınmak ve bozulmak'la ve hatta 'takvasızlık'la suçlayabildiğine de çok şahit oldum; yüzü harice dönük olanların enfüse dönük vurguda bulunanları 'mollalık'la, 'dünyadan bihaber'likle, 'ayağı yerden kesik'likle suçladığına da… Öyle ki, bu ikinci yönde gelişen eleştiriler, 'mübârek' gibi 'mübarek' bir kelimenin, "Kardeş biraz mübarektir" gibi cümlelerde hafif yollu bir istihfaf suretinde kullanılması gibi sevimsiz sonuçlara dahi yol açmış bulunuyor.

Oysa, iman dairesindeki insanları ve grupları bir vücudun azaları gibi görmeyi gerektiren 'ihlas' ve 'uhuvvet' düsturları dahilinde meseleye bakmanın, her iki yönden gelen aşırılığı törpüleyip her iki yaklaşımın mensuplarını bir ortak çizgide birbirine destek olma noktasına getireceğine inanıyorum. Dahası, iman dairesi içinde yüzü harice dönük grupların da, enfüse dönük grupların da beraberce varolması lüzumuna; keza, her bir İslâmî cemaat içinde yüzü harice dönük fertlerin de, enfüse dönük fertlerin de varolması gereğine inanıyorum. El'an mevcut olan problem, bir vücudun azalarından birinin diğerini lüzumsuz ve hatta yanlış görmesinden; yanlış görülenin de, ötekini aynı şekilde lüzumsuz ve yanlış görmesinden kaynaklanıyor.

Bu noktada, Tevbe sûresinin 122. âyetini, gerek benim gibi yüzü harice dönük kişilerin, gerek yüzü enfüse dönük kişilerin dikkatle ve rikkatle mütalaa etmeleri gerekiyor. Bu sûrede, "Mü'minlerin hepsi birden toplanıp sefere çıkmaları gerekmez" buyuruyor Rabb-ı Rahîm. Bilakis, 'li yetefekkahû' kaydıyla, 'her fırkadan bir taife'nin geride kalmasını; ve ait oldukları topluluğun sair mensupları sefere çıkıp haricî yönelirken bunların dinde fıkhı tahsil etmeleri, yani imanın ve İslâm'ın hakikatlerini derinlemesine kavramaları tavsiyesinde bulunuyor. Tâ ki, sefere ve haricî cihada çıkanlar geri döndüklerinde, onları uyarsınlar!

Bu âyet, bir kere, 'harice yönelik cihad'ın taşıdığı risklere işaret ediyor. İşarî olarak bildiriyor ki, haricî cihada çıkanlar, 'geri dönüldüğünde uyarılmayı gerektiren' durumlar üzere olabilirler. Ki, bugünün cihad-ı manevî ortamında sözkonusu risklerin bir kısmını, bittecrübe, yukarıda sıralamış bulunuyorum. Bu risk maddî cihad ortamında da elbette vardı. Meselâ, mü'minler grubu yüzyüze geldikleri kâfirlerle bir fikrî çatışmadan olumsuz yönde etkilenebilir; yüzyüze geldikleri kâfirlerin maddî refahları, yaşama tarzları, köşk ve saraylarına bakıp dünyaya yönelik duygular itibarıyla yaralanabilirlerdi; tesettür gibi emirlerden uzak yaşayan ehl-i küfrün sergilediği görüntü kuvve-i şeheviye gibi duygular itibarıyla bir imtihan ve hatta aşınma konusu olabilirdi; veyahut, 'zafer kazanmışlık'ın getirdiği 'zafer sarhoşluğu' türünden, zaferi kendinden bilip gurura düşme türünden riskler de sözkonusu olabilirdi. yet, geri dönüldüğünde 'uyarı'yı gerektiren böylesi risklere işaret ediyor. Ancak, işaret ettiği böylesi risklere binaen, mü'minleri 'cihada gitmek'ten geri de bırakmıyor. Bilakis, Hak isminin cilvesiyle bize hakikatın muvazenesini sunan Rabb-ı Rahîm, hem bu riskin aşılması, hem de cihad ve imana davet vazifesinin deruhte edilmesi için, bir grup cihada çıkarken, bir grubun 'dinde derinlemesine kavrayış'a ulaşmak üzere geride kalmasını; ve enfüse yönelik talim yaşayan bu ikinci grubun, haricî cihada yönelik grup geri döndüğünde, uyarı gerektiren noktalarda o grubu uyarmasını tavsiye ediyor.

Bu âyetten aldığım derse binaen, üstlendiği imanî vazife harice yönelik bir kişi olarak yüzü enfüse yönelik olanların varlığını ve onların bizim gibi 'aşınma' riski taşıyanlara ilettikleri eleştirileri bir sıhhat ve rahmet alameti görüyor; öte yandan, bu eleştiri ve uyarıları dikkate alma şartıyla ve ayrıca hep hariçte kalmayıp zaman zaman geriye ve enfüse dönme kaydıyla, harice yönelik hizmete devam etmemiz gerektiğine inanıyorum. Yüzü enfüse yönelik mü'min kardeşlerimizin ise, bizim gibi harice dönük mü'minleri elbette imanın getirdiği şefkat ve hikmet ölçüleri dahilinde uyarırken, sırf 'aşınma'larımıza bakıp harice dönüklüğü büsbütün mahkum etme ve gereksiz görme gibi bir tavra girmemeleri gerektiğini düşünüyorum.

Mü'minler, gerek bir bütün olarak, gerek her bir cemaat içinde bu Kur'ânî muvazeneyi temin ettiğinde, ifrat ve tefritten kurtularak kemale doğru beraberce ve sür'atle yol alınacağı ümidindeyim.

  19.03.2001

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut